kırk dördüncü

5.1K 660 201
                                    

"Anladın değil mi? Önümüzdeki üç maç önemli, senin milli oyuncu olmanı sağlayacak." Eve geldiğimde Taehyung ve babam masada oturmuş konuşuyorlardı. Beni görünce gülümseyip tekrar babama dönmüştü. O gülümsemesi için her şeyimi verebilirdim.

"Anladım, hyung. Merak etme. Sıkı çalışıyorum." Geçen gece yanıma geldiğinde hiç konuşmadan, sarılarak yatmıştık. Kolları arasında olmayı çok seviyordum fakat buna alışmamaya çalışıyordum. Çünkü bana her sarıldığında hissettiğim şey her ne kadar mutluluk verici olsa da bunun anlık bir şey olduğunu bilmek canımı acıtıyordu.

"Ben gideyim o zaman, uğrarım yine hyung." Bir yandan bana bakıp bir yandan da babamla konuşuyordu. Gitmesini istemiyordum hiç.

"Yemeğe kal, biz zaten yemekten sonra çıkacağız. Jungkook ile ister burada takılırsınız, ister yukarı çıkarsınız." Babamın sözü ile birbirimize bakarken içimdeki kuş cıvıltılarını susturmaya çalışarak çantamın saplarına tutundum ve odama gidip üzerimdekileri çıkardım.
Yemekten sonra babamlar çıktığında mutfağı beraber toplamıştık ve televizyonda rastladığımız bir filme takılmıştık. Kendimi dizginlemekte o kadar zorlanıyordum ki elimi ayağımı nereye koyacağımı kestiremiyordum. Onu neredeyse her gün görmeme rağmen sanki ilk kez gözlerine bakıyormuşum gibi oluyordu.

"Bu filmin sonunu farklı hatırlıyordum, çok eskiden izlemiştim."

"Öyle mi?" Aynı koltukta bile değildik. O kanepeye yayılmıştı, bense berjerde sanki çiviler üzerinde oturuyormuş gibi hissediyordum.

"Gel, oyun oynayalım. Televizyona bağlarız."

"Tamam o zaman. Sen odamdan getir, ben de abur cubur çıkarayım." Hem yanında kalmak, sonsuza kadar kalmak istiyordum hem de kaçacak yer arıyordum. İyice delirdim.

"Ya Taehyung sana inanmıyorum ya! İnsan yalandan yere yenilir üzülmeyeyim diye. Beş el oldu lan!" Ekrandaki maskotu galibiyet dansı yaparken o da farksız değildi. Salak, oturduğu yerde saçma sapan hareketler yapıp duruyordu.

"Yoo, ne alaka. Bu oyunda iyi olduğumu biliyorsun."

"Bilerek bunu getirdin o kadar oyunun içinden!" O hala sırıtmaya devam ederken kenardaki yastığı kafasına indirdiğimde saçları bozulmuştu. Nefret ederdi bundan.

"Yuh Jungkook!" O da aynı şekilde karnıma fırlattığında erken davranıp tuttum yastığı. Ama anlamıştım, hedefi saçlarımdı. Gerizekalı, evin içindeydik. Saçı bozulmuşsa ne olacaktı sanki?

"Ah! Çekmesene!" Elleri saçlarımdayken ben de yanaklarına tırnaklarımı batırıyordum. Acıtmış olacak ki birden çığlık attı. Ben de salak gibi üzülüp yanaklarını okşamıştım. Bundan fırsat bulduğu gibi beni kanepeye yatırıp saçlarımı karıştırdı hızlıca. Bir eliyle de boynumdan gıdıklıyordu. Gülmekten çatlayacaktım neredeyse.

"Taehyu-HAHAHA! Dur, karnımı gıdıklam-HAHAH!" Dizlerimle olduğum yerde tepinirken dengesini kaybedip üzerime düştü ve alnı çeneme öyle çarptı ki ikimiz de hem gülüyor hem acı çekiyorduk.

"Of, sen bok kafalı değil kalın kafalıymışsın lan!"

"Sus ya, kafamı kırdın." İkimiz de acıyan yerlerimizi ovalarken öylece kalakalmıştık. Gülmeyi bıraktık, elini indirdiğinde alnını bu defa ben okşadım. Tanrım, öyle güzeldi ki bakmaya doyamıyordum. Yine o tebessümü kondurdu dudaklarına, yine gözlerimin en içine bakmaya başladı.

"Çok acıdı mı? Yanakların da kızarttım hep." Başını salladı olumsuzca. Eli çeneme ulaştı onun da.

"Senin? Çok sert çarpıştık." Dediğine gülümserken ben de acımadığını belirterek başımı salladım. Elim ise çoktan yanağına inmişti. Yumuşacıktı.
Ne o hareket etmişti ne de ben. Hala o üzerimde, öylece yatıyorduk. Uzanıp çenemi öptü yavaşça. Tam o an öyle ağlayasım gelmişti ki kendimi zor durdurdum. Onun yerine ben de alnından öptüm yaklaşıp. Öyle bir gülümsüyordu ki içimde fırtınalar kopacaktı neredeyse. Elini hala çekmemişti. Yavaşça çenemi okşamaya devam ediyordu. Sonrasında, aynı öpücükten burnuma kondurdu. Her öptüğünde gözlerimi yummamak elimde değildi ki. Parmakları tenimde usul usul gezinirken gözlerimin dolduğunu biliyordum. O bana bu kadar yakınken, beni böyle güzel severken aksi mümkün değildi zaten. Yaklaşıp aynı öpücükten dudaklarına bahşettim ben de. Öncekine nazaran daha uzunca bir süre tuttum dudaklarımı dudaklarının üzerinde. Suyun altında nefessiz kalmışım da dudakları sayesinde oksijene doymuşum gibi bir histi bu.

Geri çekildiğimde herhangi bir şey demedi, yapmadı da. Çenemden yanağıma çıkmış elleri beni sevmeye devam etti sadece. Aldığım cesaretle dudaklarına tekrar yaklaşıyordum ki benden hızlı davranıp başını boynuma gömdü.

Bir şey demedim. Kollarımı etrafına sardım. Sırtını okşadım yavaşça. Gözlerimi sımsıkı kapattım yaşlar geri gitsin diye.

"Nemo." Birkaç saniye sonra, boğukça mırıldandı. Saçları beni gıdıklıyordu ama umurumda değildi. Beni kucaklayıp küçük kanepede yan yana, yüz yüze gelecek şekilde yatmamızı sağladı. Sıkıca tutundu düşmemem için.

"Nemo, yolunu bulmana yardım edeceğim." Yaşlı gözlerimi gördüğü gibi silmeye başlamıştı. Öyle narindi ve öyle şefkatli bakıyordu ki bu defa ben boynuna gizlendim. Oluyordu galiba, benden hoşlanmaya başlıyordu. Kokusunu içime çekerken, o beni öperken ve bana böyle güzel sarılırken ne düşünebilirdim? Birbirimizi acıyan yerlerimizden öperken onun ile sadece arkadaş olduğuma nasıl inandırırdım kendimi?

"Ama ben olduğum yerden çok mutluyum. Bu, kaybolmanın en güzel hali."

mariana'da nemoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin