24. Bölüm: "Yaşam ve Ölüm."

49 30 3
                                    

Multi; Egemen *-*

'Yaşamla doğru ve düzgün bir bağ kurabilen insan, ölüm hakikatinede manevi bir boyutta bakmayı başarabilir.' diyor yazar, ben daha insanlar ile bağ kuramıyorken yaşamla nasıl doğru düzgün bir bağ kuracaktım ki? Kuramazdım.

Öylede olmuştu, kuramamıştım. Bu yüzden de ölüme hazır değildim. Şimdiye kadar en yakınımdan sadece babamı kaybetmiştim, o zamanda hatırlamayacak kadar küçüktüm zaten. Hiçbir anımızı ufacıkta olsa hatırlamıyordum, bu acımı daha hafif yaşamamı sağlıyordu. Ağırın hafifi tabii.

Yaşam ne kadar güzel ise, ölüm ve sevdiklerimizden ayrılmak o kadar acıydı. Bir insanla anılar biriktirdikçe daha çok bağlanıyor, daha çok bağlandıkça ise ayrı kalmak zor geliyordu. Egemen ile çoğu güzel olmak üzere o kadar anı biriktirmiştik ki... Üstelik daha yeni kavuşmuştuk, ayrı kalmamız adil değildi...

Ayrıca onunla yaşamak ne kadar çekiciyse, ölümde o kadar gerçekti. Ve ölüm, kapımıza kadar dayanmıştı. Tatlı dili acılaştırıyor, gülen yüzü solduruyordu.

Yaşamla ölüm her zaman için yan yana yürüyordu ama biz ne olursa olsun yaşamın elini bırakmamalıydık. Egemen'de öyle yapacaktı, asla pes etmeyecekti. Aksi takdirde onu katiyen affetmezdim. Bende her zaman için ikimizin yerine yaşama sımsıkı sarılacak, ölüm göz kırpsa dahi yaşamaya devam edecektim. İkimiz için, güzel günlerimiz için... Kendime, ona ve sevenlerimize söz vermiştim. İkimiz, beraber başaracaktık.

Nefes aldığımız sürece umut vardır...

Hayallerimizde vardı üstelik, bu yüzden hayata gülümsemekten ve yaşamla el ele vermekten kolay kolay vazgeçmemeliydik... Vazgeçmeyecektik.

Düşüncelerimden zorda olsa sıyrılıp elimi yüzünde gezirmeye başlamıştım. Ah çiçeğim, ben sensiz deliyim...

Çok narin dokunuştu bunlar; sanki küçük bir serçeye muamele yapıyordum. Öylesine dikkat ediyor, hassas davranıyordum ki... Sanki yaraları acıyacakmış gibi geliyordu. Üstünden 1 ay gibi bir süre geçmesine rağmen hala kabullenemiyordum, kabullenmek istemiyordum daha doğrusu. Bir umut rüya olmasını ve Egemen'in öpücüğü ile uyanmayı bekliyordum. Gerçi bu rüya değil, olsa olsa kabus olurdu. Hemen uyanmak istediğim korkunç bir kabus...

Onun orada öylece haraketsiz yatması da bir hayli canımı yakıyordu. Onun canının yanmasındansa kendi canımın yanmasını yeğlerdim. Her zor anında yardımına koştuğum kişi için bu sefer elimden hiçbir şeyin gelmemesi en zoruydu... Sadece dua ediyor ve bekliyordum.

Yüzündeki yaralar yeni yeni geçmeye başlamıştı. İlk zamanlarda ki hali gözümün önüne geldiğinde istemsizce içim titremiş, gözlerim dolmuştu. Çok berbat bir durumdaydı. Yüzündeki yaralar, çizikler, morluklar, kanlar, ameliyat izleri... Bütün güzelliğini söndürmüştü. Şimdi ise yüzünde sadece birkaç kabuk bağlamış yara ve dümdüz bir ifade vardı. Dudakları mosmor olmuş, kurumuşlardı. Yüzüne baktıkça iyice kötü olduğumu fark ettiğimde daha fazla dayanamayıp gözlerimi birbirine sımsıkı kenetlenmiş ellerimize diktim.

Elleri... Ellerime çok yakışıyordu. Sanki bizzat birbirimiz için yaratılmış gibi bir bütün oluyorduk. Hani bir rivayet vardır ya; insan yarım yaratılır ve diğer yarısı başkasındadır. İki insan eğer gerçekten her bakımdan birbirini tamamlıyorlarsa, birbirlerinin bu dünyadaki diğer yarısıdır. Gerçekse çok etkileyiciydi cidden ve benim diğer yarım kesinlikle Egemendi...

"Daha ne kadar böyle devam edecek, kaç kere daha ölüp dirileceğim? Dayanamıyorum artık sevgilim, çok ağır geliyor bu yük bana..." deyip nazikçe burnumu çektikten sonra devam ettim. Onu rahatsız etmek istemediğim için son derece dikkatli davranıyordum. "Bak bugün tam tamına 1 ay oldu. Seninle tek kelime konuşamadan, öpemeden, gözlerinin güzelliğine bakamadan geçen 1 ay ne demek biliyor musun? Lütfen artık toparlan, toparlan da beni bu lanet durumun içinden çekip çıkar. Lütfen güzel gözlüm, yalvarıyorum artık bitir bu hasreti. İnsan nasıl hemen yanı başındaki insana tarifsiz bir özlem duyabilir ki? Oysa istediğim zaman dokunabiliyorum sana, çok saçma bir durum içerisindeyim. Ama dokunmak yetmiyor sevgilim; kokun üzerime sininceye kadar sarılmam, konuşmam, gözlerinin içine bakmam gerekiyor. Bir çok kişiye bencillik olarak gelebilir; sonuçta seni iki metre toprağın altına koymak zorunda kalabilir, toprağını öpmeye mahkum bırakılabilirdim. Artık dayanamaz duruma geldiğim zamanlarda bunu hatırlatıyorum kendime. Azda olsa rahatlıyor sanki içim ve sonra şunu tekrarlıyorum kendi kendime; Allah kimseye taşıyamayacağı yük vermezmiş. Bu benim umudum; ona sımsıkı tutundum, dahada bırakmamaya niyetim yok."

Aşkın Medya DiliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin