"İçimde mis kokulu kızıl bir gül gibi duruyor zaman..."Kütüphanedeki sessizliğe durgunluğa kimsenin kimseye bakmadan sadece kitaplarla haşır neşir oluşuna tekrar tekrar hayran olarak günlerdir ilk basımını bulmaya çalıştığım Nazım'ın kitabını arıyordum. Arkamdan bir ses'' Eylül kızım buldum buldum gel.' ' işte bu ses daldığım kitapların arasından beni çekip aldı. Sonunda mektuplar bulunmuştu. Kütüphanecinin elinden bir hışımla alıp kitabıma sarıldım.Uzun süredir görüşmediğim bir arkadaşıma kavuşmuşçasına sevinçle kütüphanecinin yanından çoktan ayrılmıştım . Bu kitap sanki zaman kavramına inat okurcasına yıpranmamaya çalışmış. Kitabı okumak için sabırsızlanıyordum. Daha fazla dayanamayarak boş bulduğum bir masaya geçtim.
İşte şimdi Nazımla başbaşa kalabilirdik. Daha kitabın kapağını açmadan yıpranan yüzünü incelemek istedim.İnceledikçe beni içine çeken bir kitaptı ve sorular beynime hücum ediyordu.'' Kelebek misalidir aşk; anlamayana ömrü günlük, anlayana bir ömürlük. ''
Mesela Nazım Hikmet ne demek istemişti bu cümlesinde? Gerçekten de aşk böyle bir şey miydi? Acaba bunları ben yaşasaydım Piraye kadar dayanaklı olabilir miydim? Eğer Nazım gibi birine aşık olsaydım aşkım için sabreder miydim? Bu düşünceler beni kendisine çekerken sayfaları çevirmeye başlamıştım . Acele etmeden sindirerek okumak istiyordum. Her gecesini her cümlesini düşünerek, sonunu bilmediğim bir hikayenin içine atıldığımı fark etmeden okuyordum. Bir yandan kitabı evime götüremediğim için üzülüyor bir yandan da ilk basımını bulduğum için seviniyordum. Öyle herkes gibi bir kitapçıya gidip hiç açılmamış kitap almayı hiçbir zaman sevmedim zaten gözüm hep ikinci el kitaplarda olurdu. Kendimden önceki okuyanı hayal etmek hoşuma gidiyordu. İşte bu yüzden buğün bu duruma katlanıyordum. Daha sadece bir sayfa okumuşken saatin epeyce ilerlediğini fark ettim. Elimdeki kitabı ertesi gün gelip okumak için başka kitapların arasına sakladım. Bitirene kadar kimse onu almamalıydı. Hemen bir hışımla toparlanıp kütüphaneden çıkmıştım. Okuduklarım zihnimde dolanırken eve çoktan gelmiştim.
Eve girer girmez odama kapandım. Zaten kimsede nereden geldin neden yanımızda oturmuyorsun dememişti. Bu durum beni rahatsız etmek yerine yersiz bir şekilde mutlu ediyordu.Bu duyguyla dün geceden kalma kahve bardağımın hala masanın üstünde olduğunu gördüm . Bu da demek oluyordu ki annem sözünde durmuş ve odama girmemişti. En son bu konuda kavga ettiğimizde bana '' Bir sana daha asla karışmayacağını, odana elimi bile sürmeyeceğini küçük hanım. Ne halin varsa gör! '' gibi ve buna benzer birkaç cümleyi daha bağırarak söylemişti. Bu benim için küçük bir zaferdi. Çünkü annem bana karşı ne kadar ilgisizse benim olan özel olan şeylere karşı oldukça ilgiliydi. Zaferimin kanıtı olan kahve bardağını alıp mutfağa yönelmiştim . Suyun kaynama sesi ve kahvenin kokusu beni kendime getirmeye yetiyordu. Sonunda kahvem hazırdı sabırsızlıkla ilk yudumu aldım ve kahvenin sıcaklığının boğazımı yakmasına izin verdim. Artık kitaplara dalmam için hiç bir engel yoktu. Odama girdiğimde dağınıklığına aldırmadan masama geçtim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Piraye Olmak Vardı
ChickLitHer genç kız gibi Eylül de aşkı merak ediyordu. Onun aşka merakı daha çok küçükken babasının ona okuduğu Nazım Hikmet şiirleriyle başlamıştı.. Eğer birgün aşık olursa Piraye gibi olur muydu? İşte olay tam da burada başlıyordu: Nazım Hikmet 'in Piray...