"Yürekli bir kadının başı, yüreksiz bir erkeğin omzuna ağır gelir... "
Sabah baş ağrısı uyanmıştım. Resmen başımın içinde inşaat çalışması var gibiydi. Zorlayarak da olsa ayağa kalkmaya başardım. Acilen ilaç almam lazımdı yoksa bu baş ağrısı artarak beni deli edicekti.Baba mirası olan migrenim arada bir böyle uğrardı.
Ben odamdan çıktığımda şu aralar televizyon karşısında uyumayı adet edinen babam hala uyuyordu.Demekki annemle gene kavga etmişlerdi. Ama neyseki ben bu sefer buna tanıklık etmemiştim.Acaba gene noldu demekten de kendimi alamıyordum. Umursamamayı tercih ederek mutfağa yöneldim. İlacımı aramaya başlamıştım ama bütün çekmecelere, dolaplara bakmama rağmen ilacım yoktu. Kendi kendime kızarken aklıma babamın iş çantası geldi. Resmen altın bulan bir maden işçisi moduyla hemen vestiyere yöneldim.
İşte iş çantası buradaydı. Teker teker çantanın gözlerine bakmaya başladım. Babamın evrak çantası o kadar karışıktı ki içinden ilacı bulmam için resmen özel bir çaba harcamam gerekiyordu. Onlarca kağıdın içinde gözüme tek renkli olan mor bir zarf takıldı. Zarfı elime aldığımda aklıma hemen kitabın arkasındaki not geldi. Gene öyle bir şey yazıyor olabilir mi ki diye düşünmeden de edemedim. Bir süre zarf bana ben zarfa bakındıktan sonra okumaya karar verdim. Açıkcası okuyacaklarımdan da korkuyordum. Ama merakım ağır basmıştı. Ve zarfın içinde duran kağıdı aldım. Bir cesaretle açıp içinde yazanları okudum.“Kaç kere kaybettin beni nâzım, kaç kere buldun? daha kaç kere daha kaybedip bulacaksın. ne kadar seviyordum seni, ne kadar! her gece yemin ediyor, ertesi gün sana ‘hayır’ demek için söz veriyordum kendi kendime. ertesi gün olduğunda da, çalışma saatlerinin bitiminde işten çıkıp köşeyi dönüyor ve gözyaşlarıyla atılıyordum boynuna…"
Vera Nazım'a böyle demişti. Şimdi ben sana diyorum. Hayat ne garip değil mi? İki edebiyat aşığını bir araya getirdi. Evet vicdanım Vera kadar rahatsız ama Vera kadar da aşık sana... Hayır diyemiyorum sana anla beni...
Seni seven... "Okuduklarım karşısında ayaklarımın bağı çözülmüş olduğum yere çökmüştüm. Gözlerimden istemesizce yaşlar akıyordu. Bana edebiyat sevgisini aşılayan, Nazım'ı tanıtan babam aynı Nazım gibi annemi bırakıp başka bir kadına aşık olmuştu. Ve ben babamı hiç tanımadığını düşünürken işte o an aslında onu ne kadar yakından ve iyi tanıdığımı fark ettim. Ama öyle vakit geçirerek değil onu okuduğum kitaplardan tanıyordum. Babam Nazım Hikmet'ti . Senelerce elimde dolandırdığım her şiirini, mektubunu, hayatını defalarca okuduğum kendimce yorumladığım kişi aslında babamdı.
Bir hışımla mektubu elime alıp çantayı eski yerine koyup odama koştum. Annem beni böyle görmemeliydi. Daha kendim idrak edememişken ona bunu anlatamazdım.Odama girer girmez kapımı kitleyip kapının önüne yığıldım. Tamam annemle arası iyi değildi ama onu aldatmak ne demekti?"Bu kadar düşmüş olamazsın baba. Bize göstermediğin sabrı o kadına mı gösteriyordun yani? Neden yaptın bunu bize ? Daha dün annem seninle ilk tanıştığındaki elbiseyi bana verirken onun gözlerinde gördüğüm şey beni biraz da olsa mutlu etmişken neden bunu yaptın bize baba? "
Bunları düşündükçe daha çok canım yandı. Ne kadar ağladım ne kadar o şekilde kaldım bilmiyorum. Ama nefesim daralmaya başlamıştı. Evden çıkmam gerekiyordu. Biraz daha burda kalırsam dayanamazdım. Üstüme eşofmanımı ve çantamı alıp sessiz bir şekilde evden çıktım. Nereye gideceğimi ilk defa biliyordum. Yoldayken anneme kısa bir mesajla kütüphanede ders çalışacağım diye yalan söylemiştim. İlk gördüğüm marketten de bir paket sigara alıp kütüphaneye geldim. Ama içeri girmektense kütüphanedenenin arka tarafındaki banka oturdum. Pazar günü olduğu için de kimse yoktu. Burasının en güzel yanı arka tarafa düştüğü için kimse buraya gelmezdi. Rahat rahat ağlamam için özel yapılmıştı sanki .
Önce kulaklığımı takıp paketten de bir tane sigara çıkarıp yakmıştım. Daha fazla kendimi tutamayarak ağlamaya başladım. Mektup çantamdaydı. Ama yazılanlar zihnime çoktan kazınmıştı. Bir yandan ağlıyor bir yandan da hiç söndürmeden sigara içiyordum. Sanki içtikçe acım azalıcak gibi hissediyordum. Gözlerim yanmaya başlamıştı ve gözlerimi kapatmam için göz kapaklarım benimle adeta savaş halindeydi. Savaşı kaybedip daha fazla direnmeden gözlerimi kapattım. Ama durmuyordu yaşlarım. Bu zamana kadar altında ezildiğim durum iyicene ağır gelmeye başlamıştı. Ama bu sefer annem için üzülüyordum. Birbirimize uzak da olsak o benim annemdi. Ve bu durumu hiç haketmiyordu. Saatlerce orada tek başıma oturmuştum ve hava kararmaya başlamıştı.
Kendimden geçerek ağlamaya devam ederken omzuma dokunan bir el ile irkildim ve hemen gözlerimi açtım.
Dokunan kişi Buğra'ymış. Hem şaşkınlık hemde bir anda dokunduğu için korkuyla ayağa kalkmıştım. Önce elimde sönen sigarayı yanımdaki çöpe attım sonra kulaklığımı çıkartıp:"Sen de nerden çıktın?" dedim.
Buğra ise:"Farkındaysan burası kütüphanenin arkası bende kitap okumaya gelmiştim. Sigara içip giriyim derken seni fark ettim. Ağladığını görünce de gelmek istedim. Amacım rahatsız etmek değildi. Sadece merak ettim seni." demişti. Ben ise sinirle : Gördün işte bir şeyim yok sen gidebilirsin." dediğime aldırmadan hala bir şeyler söylüyordu:"Bu mu bir şey olmamış halin. Baksana gözlerin kıpkırmızı." birde şimdi bunu mu demişti bana. Daha dün başka bir kızla dans eden çocukta ki cesarete bak şimdi görürsün diyip başlamıştım konuşmaya:"Bana beni umursuyormuşsun gibi yapma yemem hemde buğün hiç yemem!" dediğimdeki yüzünde oluşan şaşkınlık ifadesi ile:"Öyle yapmaya filan çalışmıyorum. Seni gerçekten umursuyorum. Kağıtta yazılan her şey gerçek." demişti. Ama buna inanmaya hiç niyetim yoktu. Bu yüzden :" O yüzden mi on dakika sonra başka kızla dans ettin. Ya her neyse." dediğimde gülmeye başlamıştı. "O kız benim kuzenim ve sözüm vardı. O yüzden mi hızlıca ayrıldın balodan. Peşinden geldim ama çoktan arabaya binmiştin." dediğinde sanki küçükken misafirlikte vazo kırmış gibi hem üzülmüş hemde utanmışken kekeleyerek:"Kuzenin mi?" diyebilmiştim.
"Evet kuzenim. Çok önceden söz vermiştim dans için yanlış anlayacağını bilemedim kusura bakma." demiş ve bombayı elime bırakmıştı. Ama şuan bu bombayla daha fazla ilgilenecek dermanım yoktu bu yüzden :"Tamam kuzeninse kuzenin şuan bunu düşünecek halde değilim anlıyor musun? Yalnız kalmaya ihtiyacım var o yüzden sen git ve kitabını oku." demiş ve kafamı yana çevirmiştim. Git derken bile sesim resmen kal diye ağlıyordu. Kafamın yanındaki ses bu sefer:
"Sana bir Nazım Hikmet sözüyle cevap veriyim o halde: "Benim kelime hazinem çok geniştir, derdim. Senin bir kelimene yetemedim; git, ne demekti sevgilim? " Yani gidemem sende beni anla. " dedipinde onun sözleri benim boğazıma sıralanmıştı sanki.
" Şuan en son duymak istediğim isim Nazım Hikmet. Hatta bir uzun bir süre uzak dursun benden."
İşte gene dolmuştu gözlerim ve saklama ihtiyacı duymuştum. Kimsenin yanında ağlamayı sevmezdim. Ama engelde olamıyordum. Ben sessiz bir şekilde iç çekmeye çalışırken:
"Neden ağlıyorsun iki gözümün çiçeği. Kim incitti seni bu kadar? Benim bakmaya kıyamadığım gözlerin ne için bu kadar yaşarıyor?"Hem ağlıyor hemde Buğra'ya bakıyordum. Çok içten söylemişti bunları hissetmiştim. İlk defa savunmasız hissediyordum. Kendimi adam akıllı tanımadığım birine bırakmak istiyordum.
Dayanamayarak onun yanına oturdum ve başımı omzuna koydum ve :" Bir şey sorma yoksa giderim." dediğimde hemen:"Tamam hiçbir şey sormam ama yeterki iyi ol ve git deyip durma bana." Demişti.Ben ağlayarak omzunda yatarken hava iyicene kararmıştı. Bir anda telefonuma gelen mesaj sesi ile ikimizde irkilmiştik. Mesaj annemdendi. "Artık eve gel." Eve gidiş zilim çalmıştı. Buna hiç hazır değildim bu yüzden arayıp Mehmetgile gideceğimi söyledim. Bu sırada Buğra bana garip garip bakıyordu. Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktım yeniden. O da hemen ayağa kalktı. "Seni gideceğin yere kadar bırakmak istiyorum." dediğinde alelacele:"Gerek yok. Yeterince seni tuttum zaten." demiştim ama o:"Bunu yapma bana. Bırak da biraz daha yanında kalayım."
Ben onun söylediklerine mi şaşırıyım yoksa içimdeki acıya az da olsa iyi geldiği için utanayım mı bilmiyordum ama hayır da diyemiyordum. Beraber Mehmetgilin evine doğru yürümeye başlamıştık.Dünden beri yemek yemediğim için midem ağrımaya başlamış ve yolda yürürken duraksamama neden oluyordu . Buğra fark etmiş olacak ki çantasından kek çıkarıp elime tutuşturup:"Görüyorum ki yemek yememişsin. Tenefüslerde elinde bu keki görüyordum. Normalde ben portakallı kek sevmem ama sen seviyorsun diye kendimi alıştırdım artık çantamda bunu taşıyorum. Hadi hemen ye yoksa bayılacaksın."
Beni nasıl bu kadar iyi gözlemlenmişti. Ve sırf ben seviyorum diye kendini mi zorlanmıştı. Buğün bu kadar şok bana fazlaydı. Hiçbir şey demeden keki yemeye başladım. Gerçekten de midemdeki ağrı azalmaya başlamıştı sanki. İşte o anda :"Şuan Mehmet'in yerinde olmak için neler vermezdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Piraye Olmak Vardı
ChickLitHer genç kız gibi Eylül de aşkı merak ediyordu. Onun aşka merakı daha çok küçükken babasının ona okuduğu Nazım Hikmet şiirleriyle başlamıştı.. Eğer birgün aşık olursa Piraye gibi olur muydu? İşte olay tam da burada başlıyordu: Nazım Hikmet 'in Piray...