[20.Bölüm] : Şüphenin Pençesinde

21.6K 1.3K 768
                                    

(Dikkat! Dün yayımlanan 19.bölüm birçok kişide açılmadığı için atlamış olabilirsiniz. Bildirim gelmediyse hikayeyi kütüphanenize ekleyip çıkarın. Yanlış bir sıralama ile okumayın. Keyifli okumalar.)

-

Hayat hayli tuhaf olan olaylar silsilesinden ibaretti. Daha dün kulağa imkansız gelen ne varsa bugün her birinin gerçekleştiğini görüyordum. Aylar öncesine gidebilmiş olsaydım orada bambaşka bir ben görecektim. O ben şimdikinden öylesine farklı öylesine tezattı ki belki de bunun kendim olup olamayacağını bir süre sorgulardım.

Geçmişteki ben bir yolda daima yalnız yürürdü. Düşecekse düşsündü, kendi tekrar ayağa kalkar, bir süre yalpalar ancak yine de yolunu bulurdu. Geçmişteki ben kimseye boyun eğmezdi, hayatına müdahale ettirmez bu ona teklif dahi edilemezdi. Geçmişteki ben her sabah yeni bir hedefle güne gözlerini açar, hırsından bazı geceler uyuyamazdı. Başarı onun tek kuralıydı, sonu ne olursa olsun bedel ödemeye hazırdı, kaybetmeye göz yummazdı.

Ve ben...

Şimdiye bakamıyordum. Kendime kim bilir kaç defa yenilmiştim. Kimseye müdahale ettirmeyeceğime yeminler ettiğim hayatım sanki bir kukla halini almıştı, öyle uzaktan izliyordum. Hislerim karman çorman bir hal almışken sanki çıkmaz bir sokağa girmiş ancak yine de bir yerlerden kurtuluş arıyor gibiydim. Geriye dönmek bir ihtimaldi ancak beni korkutan orada bıraktıklarımı bulamamaktı. Artık bambaşka bir Rüzgâr vardı.

Hırslardan ibaret değildim, eskiden başarımı körelteceğine inandığım şeylere göz yummaktan artık çekinmiyordum. Sabahları eskisi kadar erken uyanmamak artık bana dünyanın en kötü şeyiymiş gibi gelmiyordu. Çünkü biliyordum ki aslında kötü olan en büyük şey her gece başınızı yastığa kalbiniz huzursuzken koymak zorunda olmaktı, ertesi sabaha nasıl uyanacağını bilmeden gözlerini yummak, devasa bir çaresizliğin pençesinde saatlerce tavanı izlemek zorunda kalmaktı. Sabahları doğacak güneş beni paramparça etmeyecekse varsın saatler geçip gitsindi , razıydım. Yeter ki artık mutlu bir güne gözlerimi açacağımdan emin olabilseydim.

Bir yolda yalnız yürümek öyle çok mühim bir şey gibi gelmiyordu artık kulağıma, yürüdüğüm yolun sonunu görebilmek istiyordum yalnızca. Herkesten uzak kuytuda bir başıma debelenip durmaktansa birilerinin yoluma tuttuğu ışıklardan güç alıp daha sağlam adımlar atabilmeliydim, yeter ki kör kuyulara hapsolup sesimi duyamayacakları kadar uzakta kalmasaydım... Birini sevmek öyle büyük bir zulüm gibi gelmiyordu nedense... Sevginin kendinden feda ettiklerinden değil, sana kattıklarından, hissettirdiği değerin varlığından geçtiğini anlıyordum yavaş yavaş.

Daha önce hiç sevmemiş, sevilmemiş gibi yabancıydım hepsine. Zavallı bir şaşkınlıkla seyredip duruyordum sanki her şeyi... Kahve gözler, gözlerime öyle yumuşak bakarken bu hissi bunca yıl sonra tattığım için utanıyordum, kadere kızmıyor değildim neticede... Güneşli günleri görebilmek için hep çamurlu yollardan mı yürümek gerekecekti? Bir çiçeğin kokusuyla mest olmanın bedeli defalarca tene batan dikenleri tek tek ayıklamak zorunda olmak mıydı? Böyle mahvolmuş bir haldeyken hayatın bana bu merhametli adamı armağan etmesi tüm bunların benzeri değilse neydi? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey iyi ki tam burada, güven duyacağım kadar yakınımda olduğuydu.

''Yemeğini bitir.''

Yumuşak sesi kulağımı okşadığında tabağımdaki son lokmaya çatalımla işkence ediyordum. Başımı kaldırıp ona kaçamak bir bakış attım, düşüncelerimden habersiz yemeğine devam ediyordu. Arada bir kendisine farklı sorular yönelten Ela'ya yanıt veriyor sonra tekrar tabağına odaklanıyordu. Onu izlerken tebessüm ettim. Bu hayatta yapmayı en çok sevdiği şeylerden herhalde ilki yemek yemekti. Onunla aramızdaki her şeyi başlatan şeyin bir tabak un kurabiyesi olması belki başka bir zaman duyduğumda gülüp geçeceğim bir şeydi. Şimdiyse hislerimin önünü alamıyordum.

RÜZGARA DOKUNMAK (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin