***
Umutsuzluğun her kalp atışında damla damla benliğine karıştığı günlerin birinde anılarına sığınmıştı İlkim. Mürekkep kokusunun parmaklarına sindiği o günün akşamında sayfalar dolusu kanıtı olmuştu, oldukça sıradan günler olağandışı bir şekilde bağlantılıydı.
Gözlerini kapatırken kurumaya bıraktığı kelimeleri sahneye çıktı birer birer göz kapaklarının ardında, her biri kendi dizesini okur gibi, bir şiir anlattılar:
Çocukluğumuz hepimiz için birer gizemdir. Bu gizemi çevremizdekilerin yardımlarıyla bize anlatılan hikâyelerle çözmeye çalışırız. Hafızamız bizi yarı yolda bırakır çünkü, boşluğu doldurmak için zihnimizi ancak bir yere kadar zorlayabiliriz. Gözlerimizi kapatıp geçmişimize uzanmaya çalıştığımızda en uç noktadaki anılarımızda belki annemizin eski kazağı vardır belki de artık görüşülmeyen bir aile tanıdığı... Benim anılarımda da en eski olan, en sınırda olan bir görüntü var. İstanbul'daki evimizin penceresinden baktığımı hatırlıyorum. Lapa lapa yağan karın hiç acelesi yokmuş gibi yere süzülüşü, işte benim en uçtaki anım. Aynı gün yaş günümdü fakat kar tanesinin diğer arkadaşlarıyla kucaklaşarak oluşturduğu, her yeri kaplayan beyaz örtüydü hafızama kazınan. Pencereden kar yağışını seyredişimdi babamın kucağında.
"Bak, İlkim, her taraf bembeyaz oldu." demişti babam. Daha sonra annem gelmişti elinde kocaman pastayla "İyi ki doğdun, İlkim." diye şarkısını mırıldanarak. Kesik kesik görüntüler geçiyor gözlerimin önünden. Oyuncak bebeğimi hediye paketinden çıkarışım, annemin öpücüğü, babamın "Beş yaşındasın artık, prenses." deyip minik parmaklarımı benimle beraber sayışı...
Bu ana kadar zorlayabiliyorum hafızamı en fazla. Daha öncesi karanlık... Zaten geçmişi karanlıkta bırakmak yapılabilecek en iyi tercih oluyor bazen. Her şeyi çok fazla sorgulamadan yaşamayı öğrenmek gerekiyor. Benim bunu yapmayı öğrenmem zamanımı aldı. Delirme derecesine gelene kadar sorgulamaya inatla devam ettim ben.
Çünkü bu anımdan sonra yavaş yavaş bir şeyler değişmeye, farklılaşmaya başlıyor...
Babam çok yoğun bir adamdı her zaman. İş saatleri çok uzun olurdu ve heyecanla onu bekledikten sonra geldiğindeyse benim enerjime yetişemediğinden tüm isteklerime yanıt veremezdi. Kendisi bu duruma benden çok üzülürdü ve bu yüzden hafta sonlarını sadece bana ayırırdı. Elimden tutar ve nereye istersem oraya götürürdü. Havaların artık ısınmaya başladığı zamanlarda, onunla uzun yürüyüşlere çıkardık. Açık mor ve pembe ile boyanmış odamda bir cumartesi sabahı uyandırmıştı yine beni.
"Günaydın, meleğim." demişti beni erkenden uyandırıp. Sabah güneşinin yakışıklı güleç yüzüne vurduğunu hatırlıyordum. Üstümü giymeme yardımcı olmuş ve yatağımı toplamıştı. Annemle beraber kahvaltımızı etmek için mutfağa gitmiştik daha sonra. Yemeğimizi yerken annemin önümdeki tabağa yumurta, birkaç parça domates ve peynir koyuşuna ve onları özenle parçalara ayırmasına o kadar dalmıştım ki annemle babamın konuşmasına son cümlede yetişebilmiştim.
"Hayır, siz gidin. Benim evde işlerim var." demişti annem. Tabağımın yanına ekmeğimi de koyup sert kısımlarını ayırmıştı.
"Nereye gidiyoruz ki? Parka gidebilir miyiz? Ama bu sokakta olana değil, büyük olan var ya. Alışveriş yaptığımız yerde, oraya gidelim baba." Öyle bir heyecanla söylemiş olmalıydım ki babam gülmeye başlamıştı.
"Bugün cumartesi. Senin istediklerini yapacağız, küçük hanım. Nereye gitmek istersen, gideriz. Ama bir şartım var." Şart kelimesinden nefret etmeye başlamıştım. Arkasından memnun kalmayacağım bir durumu sürüklüyordu her daim. "Babaya kocaman bir öpücük vereceksin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüya Günlükleri
Ficção Científica"Ruhunun rengârenk olduğunu rüyalarında anlayacaksın." İlkim Aksoy... 26 yaşında. Başarısız bir evliliğin sancılarıyla kıvranırken yıllar önce karşılaştığı bir adamın apansız telefonu üzerine izini kaybettirmek için yola çıkıyor. Yıllardır tuttuğu...