G.R.İ. - Bölüm 19.1

1.5K 134 13
                                    

İlkim Aksoy
Kuşadası, Türkiye
Gri
19 Haziran 2014

Sadece bir an için geçmişe döndüğünü hayal etmişti İlkim.

En baştan başladığını, içine attıklarını aslında dile getirdiğini, pişmanlıklarının izinin ruhundan silindiğini canlandırmıştı gündüz düşünde, gözlerini ikinci kez kırpana dek...

Lila'nın dudakların kenarlarını gıdıklayan kahkahasıyla, Murat'ın sonu gelmeyen anılarıyla, Aydın'ın arada bir çıkış yaptığı yorumlarıyla hayata ilk gerçek adımlarını attığı heyecanlı yıllara çekip götürülmüştü sanki.

Altı yıl önceki hâlinin gözünden izliyordu etrafındakileri. Zaman bir hayalet gibi arka plânda çalışmış, sinsice hepsinin hayatına sızan değişiklikleri hazırlamıştı bir tiyatro oyunu sergilermiş gibi...

Lila ve Murat'ın birbirlerine sonsuz birliktelik için verdikleri sözün simgesi oturuyordu sol elin dördüncü parmağında artık.

Kendi yarım kalmış sözlerine telafi olsun diye İlkim'e bir düzine içi dolu günlük, Aydın'a ise bir kız çocuğu bırakmıştı zaman.

Garip bir espri anlayışı olan çirkef bir cadıydı zaman. Burnunda etten siyah bir beni olan, tırnakları sivri, kahkahasıyla kulaklar kanatan lanet olasıca bir cadıydı.

Uzun parmaklarını saran kızının küçük ellerini ısırırken Rüya kıkırdamaya devam ediyordu.

"Doymadım, bir kere daha ısıracağım." diye fısıldıyordu Aydın kızının kulağına.

Rüya küçücük parmaklarını çenesinin altına saklarken etrafına gülücük saçmaya devam ediyordu, sabahki huzursuz hâlinin kırıntılarını çocuklara özgü umursamaz bir neşe silmişti bedeninden.

İlkim'e artık uzak bir hatıra olan bir histi bu.

Kendi bebeğini, kucağına yatırdığı günlükteki kelimelerini, okşarken anılarıyla dokuduğu satırlarda hikâyelerini yorgun bir sesle anlatan cümleler çok daha geçmişe hapsediyordu onu. Parmak uçlarındaki kelimeler, uzayzamanı yırtarcasına sürüklüyordu İlkim'i peşlerinden.

''İyi geceler, tatlı rüyalar İlkim.'' diyor babam odamın ışığını söndürmeden önce.

Birkaç saniye gözlerimin karanlığa alışmasını bekliyorum yorganımı kendime kalkan yaparken. Zifiri karanlık, alacakaranlığı sahneye davet ediyor çok geçmeden. Karanlıkta saklanan siluetler yok oluyor, perdelerimin arasından kaçan zayıf ama arsız bir ışık hüzmesi beni yatağımın altından, dolabımın içinden çıkabilecek canavarlara karşı koruyor.

Her gecenin kaçınılmaz sorusu yapışıyor paçalarıma, aklımın ucundan tırmanıp yüreğime bir çığ gibi düşüyor.

Uyumak zorunda mıyım? Yine mi?

Elimden geldiğince anneme ve babama karşı dirensem de, eninde sonunda beni yatağımın içine sokmayı başarıyor ve her gece aynı korkuyu yaşamaya mahkum ediyorlar.

Uyumak istemiyorum.

Her uyandığımda çevremdekilerle kurallarını bilmediğim bir oyun oynamak zorunda kalmak istemiyorum.

Oyuncular her zaman aynı, mekan değişken fakat kurallar bilinmiyor. Oyunun ortasında diğerlerine katılıp doğaçlama devam ediyorum hep.

Babamın yatağımla duvar arasında kalan boşluğa sıkıştırdığı ayıcığımı çekiştirip daha sıkı sarılıyorum. Acaba sabah kalktığımda ayıcığım da benimle olacak mı? Dile gelip sorularıma cevap verebilecekmiş gibi ona bakıyorum. Belki yeterince istersem dileğim kabul olabilir, diye umuyorum. Kimse duymasa da, ''Lütfen...'' diye yalvarışlarım yankılanıyor beynimin duvarlarında. Aralıksız olarak tekrarladığım yardım çağrılarımı birinin duyup beni kurtarmaya gelmesini bekliyorum gizlice.

''Uyumayacağım.'' diyorum kararlılıkla kendi kendime.

Uyumayacağım, uyumayacağım, uyumayacağım...

Bir süre sonra odadaki sessizliği benim küçük isyan yakarışlarım dolduruyor. Ayıcığıma, bebeğime, yastığıma, yorganıma kararlılığımı anlatıyorum. Ama ne kadar bu baş koyduğum yolda ilerlemeye azimle çalışıyorsam, uyumaktan ve çok farklı bir yere uyanmaktan ne kadar nefret ediyorsam, aynı hız ve kararlılıkla göz kapaklarımın üstüne ağırlık çöküyor. Gözlerimin kapanmasına engel olabilmek için gözlerime iğneler batıyormuş gibi acıyana kadar açık tutmaya bile çalışıyorum.

Fakat bu savaşı da kaybedeceğim, bunu biliyorum, her zaman kaybediyorum çünkü. Kendimi artık alıştığım boğulma duygusuna hazırlıyorum. Perdelerimin arasından süzülen ışık, rahatsız etmeye başlıyor önce beni. Artık huzur veren bir ışık hüzmesi değil, göz bebeklerimi delip geçen ve beynimi yanmakla tehdit eden bir ateş parçası oluyor adeta. Kendimi aşırı parlaklıktan koruyabilmek için isteksizce gözlerimi kapatıyorum.

Ve hoş geldin, körlüğüm. Beni kısa bir süreliğine karanlığına hapsedeceksin.

Sesler kesilecek ve sağır kalacağım daha sonra. Kapının altından sızan annemle babamın sesleri kaybolmadan önce hızlı ve hararetli konuşmalarını duyabiliyorum ancak. Bu son sahne çok tanıdık geliyor işte. Son günlerde aynı tonlamaya defalarca denk gelmiştim çünkü. Normalde ahenk içinde konuşan annem ve babam, nedense artık birbirlerine dertlerini anlatabilmek için bu sinirli tonu kullanmaya başladılar, diye yorumluyorum. Duyduklarımı ya da duyduğum sandıklarımı gördüklerimle desteklemek için ne zaman yanlarına gitsem, ben ortama girdiğim anda ağızlarını kapatıyorlar. Söylenmemiş sözlerin ağırlığı ikisinin de omuzlarına çöküyor, onları gerginleştiriyor. Şimdiyse aynı sesler, yerini kuşların ve ağustos böceklerinin birbirinden habersiz besteledikleri şarkılarına bırakacak. Annemle babamın sesi düşüncelerim arasında kaybolup kuşların cıvıltısı kulaklarımda daha da net ve kusursuz olarak duymaya başlayınca sırada neyin geleceğini biliyorum:

Felç.

Birkaç saniye geçmeden vücudumun üzerindeki tüm kontrolümü yitiriyorum. En kötüsü giderek yavaşlayan nefesime engel olamamak... Suyun altında nefessiz kalmak gibi bu. Aynı çaresizlik, nefes almaya duyulan aynı özlem... Vücudumun her santimi biraz daha nefes alabilmek için ağrırken, düşünebildiğim tek şey ciğerlerime biraz daha hava çekebilmek olana kadar aynı işkence devam ediyor.

Biraz daha yaşam için yalvarırken sadece düşüncelerden ibaret olmak... Vücut bulamamış bir iç sesim sadece. Gözlerimi yeni bir hayata açmadan önce her gece ölümü tadıyorum.

''İlkim...'' diyor annem yanağımı okşarken. Yüzümdeki saçların çekildiğini hissediyorum. Duyularım tekrar hayat buluyor, parmaklarımı oynatıyorum ve sırf oynatabildiğim için mutlu oluyorum. Suyun altında uzun süre hapis kalmış gibi tadını çıkara çıkara nefesimi alıp veriyorum.

Rüya GünlükleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin