Bütün çiçekler pazartesi günü öldüler. Cesetleri düştü soğuk kara ve beyazlık lekelendi kırmızı yapraklarla. Bütün umutlar o belirsiz anda öldü. Nazım Hikmet'in de dediği gibi "Sabaha karşı mıydı bilmiyorum / yoksa akşamüstü müydü / belki de gece yarısı / bilmiyorum".
Üstüm kardan ıslanmıştı, bedenim yorgunluktan bitmiş, yüreğim bana aşık olan o adamı kaybetme ihtimalimde kavrulmuştu. Üşüyordum ancak hissettiğim tek şey yakıcı bir ateşti. Tökezleyerek kalktım ve yarı koşarak yarı yuvarlanarak tepeyi inmeye başladım. Saatlerdir yürüyordum, açtım ve üşüyordum ama hiçbir şey benim için önemli değildi. Onu bulmak zorundaydım, Cesur'a ulaşmak zorundaydım. Enkaza yaklaştıkça yoğun bir koku yüzüme tokat gibi çarptı ve midemi ağzıma getirdi. Kan ve ceset kokusu daha önce hiç bu derece midemi bulandırmamıştı.
En yakınımdaki askeri üniformaya yaklaştığımda kalbim boğazımda atıyordu. Yattığı kar kanıyla kırmızı, pembe bir hal almış; normal kar yüksekliğinden biraz aşağıya inmişti -kanın sıcaklığı karı eritmişti-. Kanın ülviyetine karın serinliği dayanamamıştı. Hızla yanında diz çöktüm ve sırtımdaki çantayı çıkarttım. Yüzüstü yatan adamı çevirdiğimde üniformasının üzerindeki kandan yarasının nerede olduğunu bile anlayamadım. Kan vardı, her yerde kan vardı. Yüzüne baktığımda dudaklarının morlaşmaya başladığını fark ettiğimde bunun ölüm değil de soğuğun marifeti olduğunu umdum ve içimden dua ettim.
Lütfen yaşa ve lütfen eğer ölürsen Cesur olma.
Nabız, solunum ve vücut ısısını kontrol ettikten sonra çantamdan makası çıkarıp, üniformasını kestim ve karnının sol tarafında, kaburgalarının alt kısmındaki kurşun yarasını gördüğümde oksijenli suyla yarayı temizledim ve üç saniye gözlemledim; açık pnömotoraks yani yarada nefes alır gibi bir görüntü söz konusuydu ki bunun anlamı kurşun içerideydi. Steril gazlı bezi yaraya yerleştirdim ve hidrofil pamuğu da üzerine koyup, plasterle sabitledim. Solunumunu tekrar kontrol edip, alüminyum yanık örtüsüyle üzerini örttüm ve hafifçe yüzünü tokatladım. Gözlerini açıp, beni takip etmesi bile benim işime gelirdi.
Gözlerimi etrafta dolaştırdığımda timdeki herkesin asker öncelikli çalıştığını fark ettim. Teröristleri ise kimse umursamıyordu. Ölmüş olmalarını dilesem de içlerinde yaralı varsa dikkatli olmalıydık.
"Korucu!" diye bağırdım gözlerim onu ararken. Sağ tarafta timdeki birine yardım ediyordu. Seslenmemle kısa bir süre etrafa baktı ve benimle göz göze gelince elimle etrafı gösterdim. "Yaralı terörist olup olmadığına bak! Eğer-"
"Anladım, tamam!" diye karşılık verip, hızlı, sinirli adımlarla en yakınındaki teröriste yürümeye başladığında tekrar önümdeki askere döndüm. Gözlerini hala açmıyordu ancak ufak kasılmaları olduğunu görebiliyordum. Şoka giriyordu. Hipovovemik mi yoksa anaflaktik mi olduğunu bilmesem de yapılacaklar belliydi. Başını yana çevirdim ve ayaklarını birleştirerek havaya kaldırıp, altına çantamı koydum. Kollarına ve bacaklarına masaj yaparken sağ bacağının baldırında da bir kurşun yarası fark edince hızla çantanın açık fermuarından turnikeyi çıkardım ve yaranın beş parmak yukarısından sıkıca sabitlediğim esnada askerden ufak bir inilti çıkınca hissettiğim sevinçle küçük bir nida çıkardım. Elimle ağzımı kapatıp, askerin yüzüne baktım. Gözleri aralanmış, kaşları çatılmıştı. Titreyen siyah göz harelerini gördüğümde şokta olduğunun farkında olarak onunla konuşmaya çalıştım.
"Bak bana, bak! Bulduk sizi! Duyuyor musun beni? Sizi bulduk!" Yutkunmakla konuşmak arasında kalmış gibi, havasızlıkla geçen birkaç saniyenin ardından elini hafifçe kaldırmaya çalıştığında elini iki elimin arasına aldım. "Onlar-" yarası ve acısı konuşmasını önlüyor, muhtemelen nefes almak bile canını acıtıyordu. Konuşmaya devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Gözlü Dev "TAMAMLANDI"
القصة القصيرةMenekşe düşüncelerini şiirlerle süsleyen bir paramedik ve acil durum afet gönüllüsüdür. Günleri yalan gülümsemeler ve sahte bir neşeyle geçip, giderken; tüm ülkeyi şaşırtan bir haberle kendini Kars'ta buluverir. Ancak bulması gereken tek şey kendis...