Tartışmaya kapalı bir yenilgiyle omuzlarım düşmüş, idamına götürülen bir suçlu edasıyla konağın ön kapısından tekrar giriş yapmıştım. Odada gördüğüm adamlar konağın avlusunda toplanmış, çay içiyorlardı. Kimse dönüp, bana bakmadı. Kendimi o kadar önemsiz bir ayrıntı gibi hissetmiştim ki, attığım her adımda büzülmüş, ben de onlara bakmazsam sorun çözülecekmiş gibi düşünüp; bakışlarımı yere indirmiştim. Arslan beni merdivenlere yönlendirdi ve üst katın terası boyunca yürütüp, dar bir koridorun sonundaki kapının önünde durdu. Anlamıştım, gelmiştik.
Bu kapının ardında beni özel sayan adamın özeli vardı. Oda onun odasıydı; onun dokunuşlarıyla süslenmiş, onun eşyalarıyla dağılmış, onun kokusuyla boğulmuştu. Arslan kapıyı benim açmam için bekliyordu, ben ise kapıyı açtığımda karşılaşacağım manzara için güç topluyordum.
Kapının kolunu tuttum ve onun kokusuyla tanışmadan önce son bir kez nefes aldım. Ciğerlerimi boşalttım, kapıyı açtım ve tekrar nefes aldım, ondan önce kokusuyla tanıştım.
Parfüm kokusu değildi bu; hiçbir insan, hiçbir makine böyle bir koku üretemezdi; üretse de piyasaya sürülmesi mümkün olmamalıydı. Bir adı, bir tarifi, bir benzeri yoktu ciğerlerime dolan dalganın. O an ömrümün kalanında bu kokuyu unutamayacağımı anladım ve yeni bir korku yüreğimi sıkıştırdı. Ya bu koku olmadan yaşayamayacak raddeye gelirsem? Ya bu odada kaldığım süreçte bu kokuya alışırsam?
"Ben kalamam bu odada." dedim Arslan'a. "Kalmak zorundasın, başka boş oda yok ve bu kadar erkeğin olduğu bir evde salonda yatmak istemezsin." Başımı olumsuz anlamda salladım ve Arslan'a döndüm. "Ben otelde kalırım. Sabah gelir, akşam dönerim ama kalamam burada."
"Neden kalamazsın Menekşe? Evet bu oda senin için bir yabancı olabilir ama sen bu oda için bir yabancı değilsin."
Gözlerimi Arslan'ın gözlerinden çektim ve aralık olan kapıyı iterek odayı göz önüne serdim. Odanın ortasında yorganı yere değen, çarşafı kaymış çift kişilik bir yatak, karşısında duvarın yarısını işgal etmiş bir kapağı açık gardırop, karşı duvarda bir pencere ve önünde üzeri kağıtlarla dolu bir çalışma masası, yatağın iki yanında komodin ve kapının yanında bir ayaklı portmanto, dibinde ondan düştüğü belli siyah bir palto, onun yanında bir şifonyer vardı. Mobilyalar açık kahverengi ve krem rengiyken, üzerinde yataktan düşmüş bir yastık olan halı koyu kahverengiydi ve tüm odanın zeminini kaplamıştı. Çalışma masasının önünde olması gereken tekerlekli sandalye odanın ortasında duruyordu, sol tek terlik çalışma masasının altındaydı, sağ tek görünmüyordu. Elimde olmadan hafifçe gülümsedim.
"Hep böyle dağınık mıdır?"
"Aslında hayır, ama gittiği sabah oldukça telaşlıydı." Hafifçe başımı salladım ancak odaya girmek için hamlede bulunmadım. En sonunda Arslan içeri girdi ve çalışma masasının üzerindeki kağıtlara bakarken beni eliyle yanına çağırdı. Hafif, sessiz adımlarla yanına yürüdüm. Sanki sert bir adım atarsam uyuyan yeri uyandıracaktım ve onun bu odadaki tüm hareketleri yerden yükselerek etrafımı saracaktı. Anıları tarafından boğulmaktan korkarcasına çalışma masasına yürüdüm ve tüm masayı kaplayan kağıtlara baktım.
Resim çizmişti.
Beni çizmişti.
Arslan sanki az sonra bayılabileceğimi anlamış gibi odanın ortasındaki sandalyeyi çekti ve oturmamı sağladı. Anıları tarafından boğulmaktan korktuğum adam, bıraktıklarıyla nefesimi kesmişti.
Buruşturulmuş kağıtların altında kalan temiz kağıtları kenara çektiğimde A3 boyutunda bir kağıdı dörde böldüğünü fark ettim. İlkinde başında papatyalardan yapılmış bir taç olan kadın kafası ve yarım yüz çizmişti. Sadece kapalı gözler, uzun kirpikler ve ufak bir burun vardı. Yanındaki bölmede yüz biraz daha yukarı bakmıştı, dudakları ifadesiz bir haldeydi ve çenesinin olması gereken yerde bir buketin ucu görünüyordu. Yüz, burada benim yüzüme daha çok benziyordu. Üçüncü bölmede buket daha yukarıdaydı, burnunun yarısından fazlası buketle kapanmıştı, gözler hala kapalıydı. Dördüncü bölme nefesimi kesmişti. Bu benim yüzümdü; ön profilden. Dudaklarım ufak bir tebessümle kıvrılmıştı, çiçekler çenemim biraz altındaydı ama açılmış olan gözlerim... Siyah harelerimin içi yıldızlarla doluydu. Büyüklü, küçüklü parlak onlarca yıldız sığdırmıştı gözlerimin içine. Gözlerim her anlamda parlıyordu. Kağıdı hayranlıkla havaya kaldırdığımda pencereden giren ışıkla kağıdın arkasında bir şey yazdığını fark edince kağıdı huşuyla çevirdim ve inci gibi bir el yazısıyla yazılmış kelimeleri okudum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Gözlü Dev "TAMAMLANDI"
Kısa HikayeMenekşe düşüncelerini şiirlerle süsleyen bir paramedik ve acil durum afet gönüllüsüdür. Günleri yalan gülümsemeler ve sahte bir neşeyle geçip, giderken; tüm ülkeyi şaşırtan bir haberle kendini Kars'ta buluverir. Ancak bulması gereken tek şey kendis...