Soğuk ve sert esen rüzgara rağmen Aralık ayı için gayet güneşli bir gündü. İşten çıkmış ve akşamın keskin ayazına aldırmadan sahilde tek başıma amaçsızca yürüyordum.Ne içime çektiğim soğuk hava ne de dalgaların sahili döverken üzerime sıçrattığı soğuk denizin suları beni kendime getirebiliyordu. Kalbim de aklım da karma karışıktı. Dünyadan soyutlanmış biçareler gibiydim .Yaşadığım şeylerin gerçek olduğuna hala inanamıyordum.Hayatım resmen alt üst olmuştu.
Halbuki bu saatlerde çoktan evde olmalıydım, Mert'in yanında .Ama içimden eve gitmek gelmiyordu. Güneşin denizi kızıla boyayarak tek ettiği bu sahilde yalnızlığımın içinde kafamda ki sorularla hesaplaşmalı ve bir karar vermeliydim.
Eğer eve gidersem yine aynı hataları yapacağım kesindi. Olmayan duygularla olmaması gereken bir şeyleri oldurmaya çalışacaktım.Halbuki bir şeyleri oldurmak için istek, duygu ve tutku gerekliydi.Aksi taktirde hayat olmayan duygularla bir şeyler oldurmak için oynanacak bir oyun değildi.
Hele ki evlilik , evlilik oyuna gelmeyen en büyük oyundu .Bu büyük oyunun en önemli kuralı ise aşk!.Aşksız başlayan bir evlilik baştan kaybetmiş sayılırdı.Bense oyunların en büyüğüne iki yıl önce bile bile yenik girmiştim.
Eğer aşk insanın kendi kedisine oluşturabileceği bir olgu, duygu olsaydı iki yıl boyunca bu duyguyu oluşturmak için elimden gelen her şeyi yapardım.Ama aşk maalesef ki sonradan kazanılmıyordu ; sevgi gibi, sadakat gibi...
Aşk ruhun seçimiydi!
Bense ruhumun seçmediği, hayatıma girmiş beklide en iyi kalpli insanla evli kalarak her gün onu mutsuz etmenin ıstırabını yaşıyordum. Keşke böyle olmasaydı keşke ruhum yeniden başka birisini seçebilseydi o zaman her şey bambaşka olurdu ama olmuyordu. Olduramıyordum!
Ruhum hayatımda yalnızca birisini seçmişti ve hala ona aitti.O öldüğü gün ruhumda onunla birlikte kara toprağın altına girmişti.Yıllardır da o toprağın altından hiç çıkmamış,çıkmayı da hiç düşünmemişti .Ta ki düne kadar, dün her şey birden bire değişip alt üst oldu. Ölmüş duygularımla taşlaşmış olan ruhum, kaskatı kesilmiş o kara torağın altından ani bir şokla çıkıverdi .Öldü bildiğim , o gün onunla birlikte öldüğüm , hayatımda ilk ve en çok sevdiğim insan ,tek aşkım kanlı canlı çalıştığım hava limanının bekleme salonunda karşımdaydı. Gördüğüm şeyin hayal olduğunu düşündüm .Yine ayakta gözüm açık rüyalara daldım sandım ama gerçekti! Benim kadar gerçek ve kanlı canlıydı.Aklımı yitiriyorum zannettim bi an .Kaskatı kesildim ellerim ayaklarım bağlanmış olduğum yere çakılı kalmış gibi kala kaldım .O ise yanıma yaklaştı biraz eğildi ve kulağıma yalvaran bir sesle "Benimle gel Çağla , sana her şeyi anlatacağım.İki gün sonra Londra uçağına ikimiz için bilet aldım. Bu son şansımız olabilir Çağla.Lütfen gel."dedi ve sanki birilerinden saklanıyormuş gibi hızla yanımdan uzaklaşıp gitti.Bu yaşadığım neydi şimdi ? Anlam verdiremiyordum .Aklım ,kalbim karmakarışık olmuştu.
Peki ben ya ne yapmalıydım ? Gitmeli miydim? Kalmalı mıydım? Bilmiyordum! Ben ne yapmalıydım neyi istiyorum kafam allak bullak olmuştu.
Kendimle girdiğim uzun hesaplaşma sürüp giderken zamanın nasıl geçtiğini ,ruhsuz hareket eden bedenimin beni nerelere götürdüğünü ise hiç fark etmedim.Ta ki omzuma dokunan o eli hissedene denk ,bedenimle olan tüm irtibatımı koparmışken, yaşadığım ani irkilmeyle ruhum sanki tekrar bedenime geri girdi.Omzuma dokunan elin kime ait olduğuna bakmak için hızla arkamı döndüm .Gecenin karanlığında çok seçemesemde eli yüzü buruşuk yaşlı kambur bir amcanın meraklı ve algılamaya çalışan gözlerle beni süzdüğünü gördüm. Amca bana doğru eğilerek telaşlı ve titrek bir sesle " Kızım iyi misin ? " diye soruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖZLEM ÇİÇEĞİ
Chick-LitAnne ve babasının intiharları ile hayatı kökünden sarsılan Çağla'nın daha önce varlığından bile haberdar olmadığı teyzesinin yanına taşınmasıyla hayatı bambaşka bir şekil alır. * Hiç tanımadığı bu şehirde hiç tanımadığı bu insanların arasında kendis...