İstanbul'a geldiğimde yavaşladım, etraf sessiz görünüyordu orta bölmeden çıkarttığım haritayı sağ çekip incelemeye başladım, sanırım Sultanbeyli'ye gelmiştim biraz düşündükten sonra denize doğru ilerlemem gerektiğini anladım. Ağır ağır gidiyordum çünkü buralar hakkında pek bir malumatım yoktu, suyumdan son bir yudum aldım ve devam ettim. Etraf sessiz bazı binalar yıkılmıştı sanırım beklenen Marmara depremi gerçekleşmişti ama ne zaman gerçekleşmişti?
Haritaya ve kırık tabelalara bakarak ilerliyordum, Çoğu ev harabeye dönmüştü şu ana kadar bir kaç uyuşuk enfekte gördüm, uykum baya gelmişti ağır ağır gitmem dahada uykumu tetikliyordu boğaza doğru ilerlemeliydim aksi takdirde yolum kaybedecektim.
Bu yolu takip ettiğimde ise önce çevre yoluna çıktım sonra ise boğaz karşımda belirdi köprüyü geçmeden direksiyonu kırıp kıyaya doğru arabayı sürdüm. biraz gittikten sonra Beylerbeyi sarayına yakın bir yere arabayı park edip arabadan indim, Saray depremden fazlaca zarar görmüş olmalıydı ama yine sağlam bir şekilde ayakta duruyordu, silahımı ve cephaneyi alıp arabadan indim.
ağır ağır yürüyerek elimdeki silahla etrafı kolaçan ediyordum, sarayın önüne geldim, kırık kapıyı iterek içeri girdim. Sarayın bütün odalarını tek tek geziyordum ki; Salya sesi kulaklarıma ulaşmıştı, bir enfekte diğer enfekte ile ilişki yaşıyordu... Sessizce duvarın arkasına geçip gözetliyordum silahımı hazır ettim, son iki odayı daha kontrol ettim ve enfektenin olduğu odayı tekrar duvarın arkasına geçip gözetlemeye başladım. Silahımı çekip ikisinin kafasına sıktım.
Enfektelerin ilişki yaşaması insanlığın sonu gibi bir şeydi, çünkü enfektelerin sayıları artacak ve farklı bir ırk ortaya çıkacaktı, eğer buralarda enfekteler varsa yakınlarda olabilirlerdi belkide burası onların yaşadığı bir saraydı.
Uykusuzluk başıma vurmuştu, camdan dışarı baktığımda bir grup kaslı enfekte saraya doğru hızlı adımlarla yürüyorlardı, bir şey yapmalıydım...
Aynalı dolabın içine gizlendim ve aradan uykulu gözlerle gözetlemeye çalışıyordum ve gözüm kapandı...
Gözümü zorlukla tekrar açtım, odaya gelip öldürdüğüm iki enfekteye kızgınlaşan 3 erkek enfektenin sesine uyandım. Tahminen 2 kadın enfekte ise yerde yatan öldürdüğüm 2 ölü enfekte ile ilgileniyordu, farklı bir dil konuşuyorlardı. Şarjörü kontrol etmeye çalıştım ama hiç bir şey göremiyordum. Tekmeyle dolabı açıp ani bir hareketle 3 erkek enfekteye 3 kurşun denk getirdim, tetiğe tekrar bastığımda ise... mermi bitmişti.
Üzerime delice koşan enfektelerle boğuşmaya başladım, birini bıçağımla yere indirdim. Arkada yaralı üç erkek enfekte kızgın bir şekilde ayağa kalktılar, son kız enfekteyede ağır bir tekme vurarak yere serdim, üzerime gelen erkek enfektelerle sert bir dövüş yaptık, son erkeği de boğup öldürdüm. Aşırı bitkin ve uykuluydum.
Hava kararıyordu, silahımı doldurdum ve dolabın içine girip kapakları kapatıp sessizce kıvrılıp uyudum...
Sabah olmuştu, etrafı aralıktan gözetledim ve çekmeceleri iterek ayağa kalktım. Odaları tedbir amaçlı tekrar gözetliyordum üst katı gözetledim ve aşağı kata indim ki; dağınık koltuklar ve masaların arasında bir ayak gözüküyordu, sanırım bir enfekte iştahla insana sivri dişlerini geçiriyordu, koşarak enfektenin yanına gittim ve boynuna bıçağımı sapladım. İnsan yaşıyordu yenilmiş ve parçalanmış erkek yüzüyle bana; Gece getiriyor.... l .. l ar. dedi zorlukla. Yanda can vermekte olan enfektenin boyuna hızlı hızlı bıçağı saplamaya devam ettim. Bıçağı silip belime soktum.
Sanırım yaşayan insanları gece getirip bu sarayda yiyorlardı, bir çok yerde kemikler duruyordu. bir insan gördüğüme çok sevindim. Buradan çıkmamalıydım ve geceyi beklemeliydim. Bu sırada karnım acıkmıştı, etrafı kolaçan ederek arabaya doğru ağır ağır ilerliyordum, arabanın içine sessizce binip çantamı erzak, su vb. eşyalar ile doldurdum. Dikiz aynasına baktığımda ise bir grup enfekte köprüye doğru koşuyorlardı, arabanın pedal kısmına cenin pozisyonunda girdim ve onlar geçene kadar bekledim. Bir enfekte camdan içeri baktı, olabildiğince küçülmeye çalıştım beni görmemesi için dua ettim ve beni görmemişti. Bir süre orada durdum ve yanıma bir kaç silah alıp çantamla arabadan çıktım, cephane üzerimde vardı. Hızlı adımlarla saraya doğru ilerledim.
Saraya girdim ve yukarıdaki en kuytu odaya yerleştim. Silahlarımın birini sarayın girişini gören pencerenin ön kısmana yerleştirdim diğer silahlarım ise yanımdaydı, karnımı doyurmak için çantamı açtım ve bir kaç konserveyi açıp yedim. Sessizce gelmelerini bekliyordum bu sırada ise sarayın kaba taslak projesini çiziyordum... Hava kararmak üzereydi, suyumdan bir yudum aldım beklemeye devam ettim ve vakit gelmişti kapımı kapatıp kilitledim, ağır gardırobu önüne ittim. Pencerenin önüne yerleştirdiğim silahımın başına geçtim ve eski perdenin arasından açık pencereyle silahımı ve kendimi kamufle ettim.
Saray gerçekten döküntülü bir haldeydi etrafta; Kemikler, kuru kan lekeleri ve dehşet uyandırıcı izler vardı. Eski ihtişamını zorlukla ayakta tutuyordu, saat 23.00'da beklerken bir anda dokuz, on kişilik bir grup belirdi. Silahımı hazır ettim son kontrolleri yaptım yakınlaşmalarını bekledim... Bankların olduğu yere kadar geldiler artık onları gece karanlığında bile net görebiliyordum. Tetiğe tam basacaktım ki...
O da ne?? Arkada iki enfektenin taşıdığı bir kız ve arkasında da baygın bir adam getiriliyordu. Ah kahretsin! Ateş edemezdim. tabancamı yanıma aldım gardırobu çektim kilidi açtım ve fener ile aşağı doğru ilerledim.
merdivenden indim ve karşılarında duruyordum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anti Dünya
AkcjaDünya, her geçen gün boğuluyor ve kendine zarar veren insanlığı son bir hareketle yok etmeye çalışıyordu... Ben Kant ise bu olanları canlı canlı izliyor ve kendimi korumaya çalışıyordum. 2020'de çıkan bu salgın sadece beni etkilememiş bir çok insanı...