Giriş

439 113 55
                                    

Sabahların sarsıntıya sebep olacak, sebepsiz ve yaşamaya değer verilmeyecek kör kuyuları vardı. Bu kuyularda, bir yoksunluk başımıza gelirdi ve elli sefere gidip son seferden sağ çıkamamış denizci gibi birbirimize dağılırdık. Gereksiz ayrıntılar, derin bir sessizlikte kaybolurken ben ise uykunun verdiği talihsiz mahmurluktan çıkmamak için elimden gelen neyse onu yaptım.

Yatağın içinde kıvranıyor, kafamda adeta sanatsal bir tablonun olduğunu hayal edercesine başımı yastıktan bir an olsun ayırmıyordum. Beynimde, dünden kalma bir ağrı vardı. Sancılı bir doğuma sebebiyet vermediği sürece benimle kalabilirdi. Elimde bir soğuk şerbet olsa da içip dün arkadaşlarımla geçirdiğim o hoş vakitlere gidebilseydim tekrardan.

İşsiz bir genç adamın, feryadı da ancak bu kadar olabilirdi. Keyfim kaçmıştı ve dünkü geçirdiğim o güzel vakitlere tekrar dönemeyeceğimi çabucak anlamıştım. Bir annenin bağırışı kulağımı tırmaladı ve yatağımda doğruldum. Yorganın dış kısmına dokunduğumda sanki sabahın ayazı vurdu tenime. Ürperti, önce kollarımı sonra da bacaklarımı sardı. Yataktan çıktığımda gözlerim her sabah olduğu gibi en sevdiğim fotoğrafıma kaydı. Komodinin üstünde, yıllar geçse de eskimeyecek gibi çerçeveyi süslüyordu. Yanında durmakta olan annemin fotoğrafına baktım. Ve gözlerimin önünden çocukluğum geçti.

Hava birden karardı. Üzüldüğümü anlamıştı belki de. Soğukluk olsa da güneş vardı fakat bu sabah hava dengesiz bir hale gelmişti nedense. Spor yapmayı, hava durumuna bakmayı, ağız tadıyla yemek yemeği bırakalı çok uzun zaman oluyordu ki hatırlamıyordum bile. Silsile kavramı gözümde perdelere, oradan da göz pınarlarıma nüfuz etti. Sabahın kör kuyuları işte şimdi devreye girdi. Aniden dönen kader çarkı gibi önce evime sonra da yalnızlığıma hükmetti. Şeytan, en tehlikeli varlığıydı sonsuzluğun. Sonsuz olmak isteyenlere ceza olmuştu. Cilve yapıyordu bedenlere. Bedenler, ardı ardına domino taşlarına dönüyor, kurulan hakimiyete boyun eğiyordu yavaştan. En kötüsü de bir daha kimse karşı çıkamamıştı, baş kurucuya.

Davalar ve sanıkların bulunduğu ortamdaydım. Ellerimde masumluğuma yanıt olarak verilen bir günahkarlık vardı. Yüz günah işlesem de aklımdan çıkmayacak bir etkiye sebep oldu. Günden güne silinmemeye inat, zihnime kazınan bu günahlardan çıkmak için seher vaktini beklerdim ve sabah tüm dengesizliğiyle karşımda olurdu. Cevabını veremediğim günahlara çarem olacaklardı. Bu sabahlar benim tek hayrımdı. Bana tek faydası, kendimi düzeltmem için umut verecek olmasıydı.

Başımdan kovdum tüm düşünceleri. Kirlenmiş zihinle yaşayan bir insandım herkes gibi. Ancak tutkuluydum. Sürükleniyordum. Şeytanın esirliğine. Ya da bir başkaldırışa kim bilir?

Ne yaptıysam yaranamadım kendime. Yapacak tek bir şey kaldı. Ben de her şeyin başladığı yere döndüm, rüyalara daldım. Doğumumdan ölümüme kadar bir maceraya saplandım. Söz geçiremediğim hayallerime seslendim. Olmadı, olamadı. Gerçekleşmedi hiçbir şey. En sonunda arayışlarım son buldu. Aklım başıma geldi ve sorgulamakta olduğum hayatımı o an fark ettim.

Ben şeytanın esiri olmuştum. Galiba...


Herkese merhabalar. Yepyeni bir hikaye ile karşınızdayım. Kısa hikaye olacak. En baştan söyleyeyim. Umarım beğenirsiniz.

Şeytanın Esiri (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin