Hermione karşısında duran küçük kopyasına bakarken Draco ona, Pansy ve Ron ise onların birleşmiş ellerine bakıyorlardı. Hermione zar zor "Merhaba." dediğinde küçük kız gülümsemişti. Bu hareketi genç cadıyı da gülümsetirken elini Draco'nun tutuşundan kurtarıp kenara kaymıştı. "İçeri gelir misin ka- Alison." dediğinde kız bir ona birde Draco'ya bakıyordu. Parmağını ikisine birden doğrultup "Bir şeyi bölmüyorum, değil mi?" diye sorduğunda Hermione donup kalmıştı. Draco da ondan farksız değildi. Genç cadı "Tabii ki hayır." dediğinde küçük kız bu sefer de Ron ve Pansy'i göstermişti. "Onlarda dükkana girdiğimde aynısını demişti." deyip içeriye girdiğinde Hermione ve Draco şok olmuş bir şekilde birbirlerine bakan Ron ve Pasny'ye bakakalmışlardı. Pansy "Ben gitsem iyi olacak sanırım." deyip cisimlenmek için asasını çıkarttığında Hermione kolunu tutarak ona engel olmuştu. "Kalabilirsin Pansy." dedikten sonra da üçünü kapının önünde bırakarak içeriye geçmişti. Ron ve Draco içeriye geçerken Pansy kısa bir an düşünse de O da içeriye geçmiş ve kapıyı kapatmıştı.
Hermione tekli koltuklardan birine kurulmuş küçük kızın karşısındaki koltuğa geçmiş ve onu incelemeye başlamıştı. Saçları çenesinin altında bitiyordu ve kendisinin ki gibi dalgalıydı. Kilosu yaşına göre normal görünüyordu. Üzerindeki kıyafetlerinin bazı yerleri yırtık ve oldukça pisti. Kırmızı tişörtünün üzerine giydiği ceket ise kızı gülümsetmişti. Bu siyah ceketi babalar gününde babasına O almıştı çünkü. "Ceketin çok güzelmiş." dediğinde kız kollarını cekete dolamıştı. "Teşekkürler bu ba..." "Babamın ceketi. Evet biliyorum. Bunu ona ben almıştım." dediğinde küçük kız merakla parlayan gözleriyle ona bakıyordu. Diğerleri boş koltuklara kurulurken Hermione günlerdir aklında dönüp duran soruların ilkini sordu. "Beni bulmak için mi İngiltere'ye geldin?" dediğinde küçük kız karşısındaki cadıyı incelemişti bir süre. Tıpkı kitaplarda anlatıldığı gibiydi. Dalgalı saçları ve kehribar rengi gözleri. Çok cesur ve meraklı olduğunu da duymuştu. Ve zeki.
Küçük kız cevap vermediğini fark edince hemen "Evet." demişti. "Sadece İngiltere'de değil Paris'te de ünlüsün." dediğinde genç cadı sadece gülümsemişti. "Benim senin ab-ablan olduğumu nasıl öğrendin? Yani bu imkansız gibi bir şey." dediğinde küçük kız gülümsemişti. "Sanırım zekamı annem ve senden almışım." dediğinde Hermione'de gülümsemişti. "Annem ve babam ben doğduktan ve cadı olduğumu gösteren ilk belirtilerim ortaya çıktıktan sonra kimse fark etmesin diye kırsala taşınmışlar. Babam her zaman güçlerimin çok güzel olduğunu ve sadece ender ruhlarda çiçek açtığını söylerdi. İkisi de bu güçlerimi yadırgamamıştı. Annem hiç yabancı gelmiyor derdi..." dediğinde Hermione'nin gözleri dolmaya başlamıştı ama yine de kendini tutmuş ve dinlemeye devam etmişti. "...Annem hastalığa yakalanıp son anlarına geldiğinde tek dediği şey senin adındı. Hermione." dediğinde genç cadı göz yaşlarına daha fazla hakim olamamıştı. Onu pür dikkat izleyen Draco ise hızla yanına geçip oturmuş ve mutfaktan bir bardak su çağırıp ona vermişti. Masadaki peçetelerden de bir tane verdiğinde Hermione ona minnetle gülümsemiş ve tekrar küçük kıza dönmüştü. "Lütfen devam et." dediğinde küçük kız onu başıyla onaylamıştı.
"O gittikten sonra babam çok kötü olmuştu. Çok az yiyor ve çok az konuşuyordu. Ona annemin neden Hermione diye sayıkladığını sorduğumda bilmediğin ama çok tanıdık geldiğini söylemişti. O da gittiğinde kimsem kalmamıştı. Komşular ise hemen görevlileri çağırıp beni devlet yurduna göndermişti. Ama orada çok duramadım. Elimde olmadan büyü yapıyordum ve bu onları korkutuyordu. Onlarda beni daha sert bir yurda gönderdiler. Ama oradaki hocalarımdan biri, Henry Morgan, beni Paris'teki büyücülerin olduğu yurda götürdü. Bana yaptıklarımın aslında büyü olduğunu ve istemsizce saçımın yada göz rengimin değişmesini de Metamorphmagus denilen büyücülere has bir özellik olduğunu anlattı. Sürekli yurda ziyaretime gelir ve bana kitaplar getirirdi. Bu kitaplardan biri de Altın Üçlü ve Büyücü Kahramanlar'dı. Orada senden ve arkadaşlarından, savaştan ve yaptıklarınızdan bahsediyordu. Annemin adını sayıklaması ve soy adlarımızın aynı olması bence tesadüf değildi. Bende oradan kaçtım ve bir şekilde İngiltere'ye geldim. Gelir gelmez de seherbaz dedikleri polisler beni yakaladı ve yine yurda gönderildim. Burada senin hakkında daha çok şey öğrendim. Senin hakkındaki bir biyografi kitabında ise savaş başlamadan hemen önce cesurca bir kararla ailenden vazgeçtiğin yazıyordu. Onların hafızasını silip kimsenin bilmediği bir yere yolladığın. Bende kaldığım yurttan çıkmanın yine bir yolunu buldum ve seni tanıyan birilerini bulmaya çalıştım. Aptal ve çirkin bir kadın beni zorla Çatlak Kazan adında bir dükkana sürüklediğinde Knocktrum Yolu dediği bir yere götüreceğinden bahsedip duruyordu. Onu tekmeleyip kaçtığımda ise kendimi Diagon Yolu'nda buldum. Her yerde 'Hermione Granger'ı arıyorsan Weasley&Weasley'e gel.' yazan afişler asılıydı. Orayı bulduğumda ise bu kızıl saçlı ve siyah saçlı dip dibe duruyordu. Sanırım bir şeyi bölmüştüm." deyip ikisine döndüğünde "Tekrar özür dilerim." demişti. Draco sırıtarak arkadaşına bakarken Hermione'de aynı şekilde Ron'a bakıyordu. Küçük kız ise "Sonra da beni buraya getirdiler. İşte benim hikayem bu." dediğinde Hermione ona dönmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dramione & Savaştan Sonra
FanficSavaşa kadar bildiğiniz herşey aynı. Peki savaştan sonrası? Savaştan sonra herşey değişti. Ron ve Hermione yürütemedi. Draco'nun eşi Astoria öldü. Harry ve Ginny'nin çocukları oldu. George'un artık kalbinin yarısı yoktu. *Harry Potter evrenine ken...