1. Bölüm

515 22 4
                                    

Israrla çalan alarma okkalı bir küfür savurup yataktan kalktım. Saat sabah 5.15 e kurduğum alarm, her sabah matkap misali beynimi delerek çalardı. Nefret ediyordum. Evet, saatten nefret ediyordum. Mide bulandırıcı yeşil plastik kenarlarından nefret ediyordum.

Koğuşumun içinde, hemen yatağımın ayak ucundaki banyoya doğru yürüdüm. Burada - merkezde - büyük lüks doğrusu. Kıymetini bilmeliyim. Kendi kendime bir kahkaha patlattim. Selam baba, kızınla gurur duyabilirsin. Tıpkı onun gibi düşünmüştüm. Gerçekten duysa gurur duyar, beni koca bir dilim jambonla ödüllendirirdi.

Banyoda işlerimi gördükten sonra kendi koğuşumdan çıkıp aşağıdaki koğuşa indim.

" Her zaman ki gibi dakiksin, kırmızı. " Koğuşa ilerlerken jack kafasını oturduğu yerden kaldırıp konuşunca durup ona döndüm.

" Sende denesen nasıl olur, jack? " jack ismini bastırarak söylemiştim çünkü bana kırmızı demesinden nefret ettiğimi bal gibi biliyordu.

" Yine ters tarafından kalkmışsın, kırmızı." Dedi sırıtarak. Gözlerimi devirip homurdandım. Ona yatağımın duvara dayalı olduğunu, bu yüzden her sabah aynı taraftan kalktığımı söyleyip dil çıkarmaya üşendim çünkü. Takımın koğuşuna girdiğimde hepsinin horul horul uyuduğunu gördüğümde cidden, cidden , kan beynime sıçradı. Kapının kenarında duran demir sopayı bir hışımla elime alıp ranzaların demirlerine bütün gücümle vurup bağırmaya başladım.

" Sizi beyinsiz herifler, utanmadan hala uyuyor musunuz? "

" Kaptan gelmiş,"

" Uyayakalmışız, "

" Size alarmı unutmayın dedim, " kendi aralarında hem söylenip hem önümde hazırola geçerlerken gözlerimi onlara dikmiş, gözlerimle onları parçalamaya çalışıyordum. Birazdan antremanda parçalayacaktım da zaten. Ama böylesi daha kolayıma gelirdi.

Elimdeki demir sopayı yere fırlatıp takıma döndüm. Bana korkuyla bakıyorlardı. 2 gün önce bu ayın başkanı seçtiğim kumral 18 yaşında olan çocuğun önünde dikildim.

" Neden istediğim saatte ayakta değilsiniz, daniel? "

" Kaptan ben söyledim ama-" Elimi kaldırarak sözünü kestim ve ona biraz daha yaklaştım.

" Söyledin öyle mi? " sinirli bir kahkaha atıp yere sabitlediği bakışlarını bana çevirmesi için çenesinden tutup bana bakmasını sağladim ve devam ettim,

" Onlara saçlarını örmelerini de söyledin mi bari? Nesin sen 14 yaşında bir kız çocuğumu ?! " diye kükredikten sonra çenesini sertçe bıraktım. Geri adım atıp takıma döndüm.

" Bugün fazladan 5 km daha koşacaksınız ve 2 dilim az ekmek yiyeceksiniz. " hepsine tek tek baktim.

" İtirazı olan ? " Çıt çıkmayınca bu cevaptan memnun olup hastalıklı bir şekilde gülümsedim.

" Evet, takım Alan' da benimle buluşmak için tam olarak, " saatime baktım.

" 3 dakikanız var. " Kafalarını kaldırıp bana baktılar ve topluluğun selamını verip - izci selamı gibi ölümüne gereksiz bulduğum şu selam -

" Emredersin, Kaptan! " diye bağırıp hazırlanmak için koşuşturmaya başladılar. Topuklarımın üstünde geriye dönüp Alan' a doğru yürümeye başladım. Yanında geçerken " Hey, Alexis. " diye seslenen Samuel'a durup dik dik baktim.

" Tamam, bakma öyle. Alex. "

" Neden herkes bu sabah adıma takmış durumda? " Sadece gülümsedi ve göz kırptı. Bilerek yapmıştı. İsmime olan takıntımı biliyordu. Annemden başka kimsenin bana Alexis demesine izin vermediğimi biliyordu. Bana lakaplar takılmasından da hoşlanmazdım. Özellikle bana kırmızı denildiğinde deli oluyordum. Bunu eski Merkezliler bilirdi. Merkez, yaklaşık olarak bin kadar değişmemiş insanın yaşadığı askeri bir üst. Yerin üçyüz metre altına yapılmış 30 kattan oluşan bu merkez bu kadar insanin hem evi, hem dünyasiydi. Ve herkes bu merkezi bize sunan Graham Stone' a minnettardı. Ben hariç. Kendi babama minnettar olamam herhalde. Olmalıyım belki. Ama değilim

Babam, bundan 16 yıl önce - ben 3 yaşındayken - bir darbe olacağını biliyormuş ve gerekli yerlere bunu açıklamaya çalışmış ama kimse ona inanmamış. Sonra babam neyimiz var neyimiz yoksa satmış , ona inananlardan da yardım alarak bu yeri yaptırmış. Ve tam 3 yıl sonra, ben 6 yaşındayken , babamın dediği gibi bir darbe olmuş, robotlar yada robotlaştırılmış insanlar yönetimi ele geçirmişlerdi. Ellerine geçen her insanı robotlaştırmaya başlamışlardı. Bizde bu yere kurtarabildiğimiz kadar insan kurtararak gelmiş ve burda yaşamaya başlamıştık. Bilim adamları topluluğumuzun ileri gelenleriydi. Biz savaşçılar için silah üretiyorlardı. Değişenleri alt edebilmemiz için buna ihtiyacımız vardı. Onları tekrar insana dönüştürmenin hiç bir yolu yoktu. Çok denemiş ve çok başarısız olmuştuk. Onlar bizi değiştirmeden bizim onlardan kurtulmamız gerekiyordu. Özgürlük için. İnsanlık için.

Alan'a geldiğimde etrafa baktım. Daha hiçbir takım gelmemişti. Memnuniyetle gülümsedim. Geldiğinde Ian'ın yüzünü görmek için sabırsızlanıyordum. Arkamdan gelen adım sesleriyle bana doğru gelen Daniel'a baktım. Arkadanda takım geliyordu.

" Emirlerinizi bekliyoruz, Kaptan. " Tek tek takımdaki herkese göz gezdirdim. Teçhizatları tam görünüyordu. Başımı sallayıp söze başladım.

" Bu sabah beni çok sinirlendirdiniz, beyler. Cezanızı çekeceksiniz. Fazladan kaç km demiştim, Daniel? "

" 5 km demiştiniz, efendim? "

" 8 olsun o zaman. " Arsızca sırıttım. İtiraz dolu birkaç kısık ses yükseldi.

" Bir şey mi dedin Jason? Kulaklarım agır işitiyor sanırım. "

" Hayır, efendim. "

" Ah, bana yalancı mı diyorsun? " Dudaklarımı büzüp ona baktım. Korkmus surat ifadesi yumuşamaya başladı. Surat ifademi ciddileştirdiğimde " sen 10 km koş madem. " dedim ve Daniel'a dönüp gözün üstünde olsun." Diye ekledim.

" Evet, beyler! Kız gibi koşanlar kendilerini yemekhanede yemek yapmaya alıştırsın. Burada savaşa hazırlanıyoruz yıl sonu gösterisine değil. Yarın ki Arena için! "

" Arena için!" Hep bir ağızdan bağırdıktam sonra ikişer kişilik sıralar halinde koşmaya başladılar. Sonuçta on kişiydiler. Askeri eğitim alan 500 kişi vardı. 5 kaptan 50 takım öğrencisi. Her takım öğrencisi 10 kişiye başkanlık ediyordu. Her kaptanda başkanlarla beraber 100 kişiye. O kaptanlardan biride bendim. A takımı kaptanı Alexis. Bu merkezdeki tek anlamım buydu. Bilim adamlarından sonra biz ileri geliyorduk.

Başımı çevirip takıma baktım. Gayet iyi gidiyorlardı. Başımı önüme çevirir çevirmez duvara çarptım. Ah, pardon Ian'a.

" Yavaş be."

" Hem önüne bakmıyorsun hem bana laf söylüyorsun. " dedikten sonra gözlerini bariz bir şekilde devirem Ian'a sinirle baktım.

" Defol git. Seninle uğraşamam, gerçekten. " Bunu dediğime inanamadım, bir an. Çünkü onunla uğraşmadığım tek uyurken falan olmalıydı. Oda buna inanamamış olmalı ki büyük elleriyle geniş ve yapılı omuzlarımdan tuttu.

" Alex, iyi misin? " susup ona bakmaya devam ettim. Biçimli siyah kaşlarını çattı ve omuzlarımdan tutup arkamı çevirdi.

" Hey! " itiraz edip omuzlarımdaki ellerini silkelemeye çalıştım ama olmadı. Siyah uzun saçlarımı omzuma atıp ensemi kontrol etti ve koca bir " oh!" Çekti. Değiştirilmiş miyim diye baktığını anlamıştım. Ensenizde küçük bir çip oluyordu ve sürekli kırmızı bir ışık yanıp sönüyordu. Onları bizden ayıran tek şey bu ışık ve gözlerine tuttuğunuz fenere kuduz köpek gibi tepki vermeleri.

Hâlâ ısrarla kollarımı tutan Ian' ın ellerini kibar olamayacak şekilde ittirdim.

" Rahat bıraksana beni. "

" Neler oluyor, Alex? Sen benimle uğraşmadan duramazsın." Dedi inanamayarak.

" Haklısın. Ama ben- " sözüm Jack in söyledikleriyle yarım kaldı.

" Yeni biri geldi. Graham kontroller için sizi bekliyor."

Ian la birbirimize baktık. İkimizde o yeni yi takımımızda istiyorduk.

SAVAŞ-MAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin