Yağmur gökyüzünün ağlamasıdır derler, hayır değil... Yağmur, yaşamın gerekliliklerindendir. Yağmur olmazsa bize gölge edecek bir bulut olmazdı.
Yattığım yer yatağında huzursuzca kıpırdanmaya başladım, başucumda bulunan saatte baktığımda 12.00
" Bu nedir arkadaş, iki dakika geç kalkalım dedik iyi ki, saattinde maşallahı var bugün oldukça hızlı ilerliyor vicdansız." Diye mırıldanarak kalktım yataktan. Üzerime göz gezdirdim ayıcıklı pijamalarıma bayılıyordum, bunlar bana abimin hediyesiydi, ben bunları düşünürken karnım kendini belli edercesine guruldamaya başladı. Koşar adımlarla mutfağa girdim, buzdolabına doğru ilerlerken dolaba yapıştırılmış kağıt dikkatimi çekmişti.
" Saat 14.00 arkadaşlarla eve gelicez, ortalığı topla ve bize yiyecek birşeyler yapmayı unutma, gerizekalı kardeşim. :) " ve sonuna eklenmiş piç gülücüğü. " Gerçekten senden de arkadaşlarından da bıktımmmm.." diye inledim evde. Kâğıdı dolaptan bir hışımla çekip alırken elimde top haline getirdim ve çöp kutusuna fırlattım. Kendime kahvaltılık birşeyler hazırladım hızlı bir şekilde ve masaya geçerek yemeğe başladım.
Eveet ben kim miyim?
Ben Sarya, Sarya Yılmaz. 19 yaşındayım, liseyi bitirdim üniversite sınavı için çalışıyorum, çalışıyorum derken her vakit değil çünkü bir bar da garson olarak çalışıyorum, her boş vaktim de test kitaplarıma gömülüyorum bu ne kadar mümkün olursa tabiki, siyah renkte olan saçlarımın uzunluğu ahesteyle dans ediyor her zaman, 1.60 boylarında civil civil bir genç kızım. Hayata mutlu yaklaşmaya çalıştıkca başımda negatiflikleriyle beni boğan bir abim var. Botan Yılmaz. Tam bir felâket... 28 yaşında esmer 1.87 boylarında dümdüz ahmak bir abi işte. Her ota boka sinirlenen, karışan bazen iyi bazen kötü, bazen şefkatli, bazen merhametsiz ahmağın teki işte, sürekli evi dağıtıp bana tekrar toplatıyordu. Bu döngüden artık nefret etmeye başlamıştım bile. Annem ve babam... Onları görmeyeli tam tamına 10 yıl oldu, ben 10 yıldır ne annemi ne de babamı göremiyordum, aramıyorlardı sormuyorlardı bizi. Annemi zaten görmem,duymam imkansızdı küçükken kaybetmiştim onu. Abim 25 yaşına girdiği zaman ayrı eve çıkmıştı. Aileden kimse ona karışmıyordu rahattı sonuçta erkek çocuktu. Babam onu daha el üzerinde tutardı. Her zaman bizi düşünüp eve uğrar demek isterdim size ama hiçte öyle değildi ayda 3 ya da en fazla 5 gün görüyorduk sadece, onun bambaşka bir hayatı olduğunu kabullenmiştim artık. Annem kanser hastasıydı, bunu sadece abim bilmiyordu çünkü o artık bizimle ilgilenmiyordu bile fazlasıyla boşlamıştı bizi. Bir gece babam nöbette iken annemle evde dizi izliyorduk uyumak için odama yöneldim penguenli pijamalarımı giyip yatağa yatacağım sırada annemin çığlıklarını duydum, koşar adımlarla salona girdim. Annem gene atak geçiriyordu hemen ambulansı aradım, o sırada ağzına ilacını sıkıyordum üzerinde olan gömleğinin ilk 4 düğmesini açtım. O sırada babamı aramam gerektiğini çok geç idrak etmiştim babamı arayarak durumu haber ediyordum, o sıra ambulans kapının önüne gelmişti koşar adımlarla kapıyı açtım içeriye giren 4 hemşireye baktım annem hareket etmiyordu, bağırdım çağırdım ama bana hiç tepki vermiyordu. Hemşirenin
"Nabzı düşüyor hemen kaldıralım arkadaşlar "dediğini duydum telaş içersinde. Annemi evden çıkarıyorlardı ve ben hareket edemiyordum ayaklarım hareket etmiyordu, şok içerisindeydim. Kendime geldiğim zaman koşarak evden çıktım, etrafa baktığımda ambulans hareket etmişti bile siren sesleri kulağımı doldurmaya başlamıştı, kulaklarım uğulduyordu. Yalın ayak ambulansın peşinden koşmaya başladım. "An- Anneee" diye inletiyordu mahalleyi. " Şimdi olmaz anne" diye hıçkıra hıçkıra bağırıyordum. Beni bırakamazdı, beni o zümrüt yeşili gözlerinden uzaklaştıramazdı. Ne kadar koştuğumu bilmiyorum ama yanıma bir polis arabası yaklaşınca camı indirmiş " Sarya kızım bin arabaya" diye ses duyunca kafamı arabaya çevirdim. Hakan amca. Boş boş suratına bakıyordum. Babamın en yakın iş arkadaşı, ortağı, dostu.. Ölü gibiydim adeta. Arabaya bindim kafamı cama yaslayarak hızla ilerleyen uzasıya uzayan evleri, ağaçları, yolları izlemeye başladım. Annem. Annem. Annem. Hala idrak edemiyordum beni bırakmazdı değil mi? Kapımın hafifçe açılması ile hastaneye geldiğimi anladım ve koşarak içeri girdim, babamı görmemle olduğum yere çakılmam bir olmuştu. O surat ifadesi bana hiç iyi bir haber vermeyeceğinin göstergesiydi. "Ha- ha- hayır baba." Dedim gözyaşlarımın arasında
" Söyle-yecek-lerini duy-mak iste-mi-yo-rum. Yal-yalan söyleyeceksin bil-iyorum " dedim hıçkırıklarımın arasından. Tam o sırada kocaman Ameliyathane yazan yerin kapısı açıldı. Kafasına kadar çekilen bir beyaz örtü vardı sedyede yatan kişinin üzerinde yüzünü tamamen kapatmışlardı örtüyle.
"Meliha Hanımın yakınları"diye seslendi kafasında yeşil bonesi olan adam. Ellerimi kulaklarımla kapattım hızlı bir şekilde duymak istemiyorum, duymak istemiyorum,Allah kahretsin duymak istemiyorum! Annee. Koşarak hastaneden çıktım babamı ve sedyede cansız yatan annemi gerimde bırakarak. Bulduğum ilk banka oturarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim, çığlıklarım hastane duvarlarına çarpıp dolduruyordu bütün bahçeyi. Yanımda hissetiğim gölgeyle ellerimi kulaklarımdan çektim ve yanımda duran kişiye baktım. ABİM....
Gözlerinin içindeki damarlar kıpkırmızı olmuştu. Ağlamış miydi o da? Madem bu kadar seviyordu annemi neden bizi hiç görmeye gelmiyordu? Neden anneme hiç sevdiğini bile söylemedi? Annem her onu aradığında neden gelmedi?
Suratına uzun uzun baktım her çehresine ezberlediğim abim yabancım gibiydi." Neden? Neden abi? Neden biz? Neden bıraktı beni? Allah kahretsin bu kadar güçsüz olmak zorunda mıydı? " hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmiyordu. Cevap vermiyordu, öylece beni izliyordu. Bir hışımla ayağa kalkıp koşmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİKKAT ABİM!
Teen Fiction"İnsanlar hep yarına hazırlanıyorlardı, ben buna inanmıyordum. Yarın onlara hazırlanmıyor. Orada olduklarını bile bilmiyor. " Sofyanın sesini duymamızla ona döndük " Sarya"dedi " Hı" dedim güçsüz sesimle " Ne yapıyorsunuz? diyince Abim Sofya'ya "...