Eire*
*İrlanda dilinde İrlandaBeltaine**
**eski bir Gal ilkbahar bayramıDubh-Linn***
***Dublin'in İrlanda dilindeki adıOdin****
****İslandinav mitolojisindeki en büyük tanrı°*°
MUNSTER VİLAYETİ
İLKBAHAR, 845°*°
Baharın ilk çiçekleri serin sabahı güzel kokularıyla doldururken, rüzgar da İrlanda'nın yeşil toprakları üzerinde esiyordu. Kış sisi artık kalkmış, yerini berrak ve masmavi bir gökyüzüne bırakmıştı.
Yumuşacık çimenlerin üzerinde dinlendiği yerden kalkan genç Omega, yüzünü güneşin sıcaklığına doğru çevirerek parlak ışınların keyfini çıkardı. Kuşların sabahın ilk saatlerindeki cıvıltıları ovayı dolduruyordu ve genç omega kulağına gelen bu şarkı karşısında gülümsedi.
Gözlerini denize doğru çevirerek köpüren dalgaların sarp kayalıklara gürültülü bir öfkeyle çarpmasını izledi. Geniş sular karanlıklarıyla omeganın Eire topraklarındaki insanlarını hep etkilemişti.
Genç Omega eğilerek yerden bir çiçek alıp kafasına taktı. Bugün onun doğum günü olacaktı. Yıllar önce söz verildiği gibi nişanlısı Phelan'la evlenecekti.
Kendi babasıyla Phelan'ın babası, Eire'nin bu kısmındaki en büyük iki toprak sahibiydi. Uzun zaman önce iki klanı evlilik yoluyla birleştirmeyi konuşmuşlar ve Jungkook'un ablası Jennie zaten sözlü olduğundan ikinci Omega evlat olarak o, en büyük oğul olan Phelan'la sözlenmişti. Yakın zamana kadar Jungkook, Phelan'ı çok sık görmemişti bu yüzden de onu ne seviyor ne de ondan nefret ediyordu. Phelan ve ailesi bu evlilikten parasal anlamda kazançlı çıkacak, Jungkook'un babası da daha büyük bir klanın lideri olarak daha fazla güç ve saygınlığa sahip olacaktı.
"Jungkook, işte buradasın! Her yerde seni arıyordum," diye çıkıştı arkasındaki bir ses. Döndüğünde ablası Jennie'nin tanıdık yüzünü gördü.
"Üzgünüm, Jennie. Sadece bu sabah biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı."
Kardeşinin duygularını anlayan ablası yumuşak bir ifadeyle, "Seni törene hazırlamak için daha yapacak çok şey var," diye azarladı onu.
"Burada, bu tepenin yamacında, geçmişin o günlerini hemen hemen gözümün önüne getirebiliyorum," dedi Jungkook yumuşak bir sesle. "O zaman hayatım nasıl olurdu? Beltaine ateşleri sırasında kendimi bir aşığa mı verirdim?"
Jennie telaşla haç çıkardı. "Böyle şeyler düşünmemeliyiz!" dedi. Jungkook ablasının bu dindarlığını genellikle hayranlıkla izler ve eğer Lisa'yla sözlenmiş olmasaydı manastıra girmiş olup olmayacağını merak ederdi.
"Jungkook benimle konağa dön," diye üsteleyen Jungkook ellerini nazikçe kız kardeşinin omuzlarına koydu. Sonra ikisi birlikte denize arkalarını dönerek kol kola, taş binaya doğru yürüdüler.
Ufukta, kıyıya yaklaşmakta olan kırmızı beyaz çizgili yelkenleri görmemişlerdi.
----------
Viking gemileri denizden gelen canavarlar gibi suya batıp çıkıyor, üzerlerini kaplayan kalkanlar güneşin soğuk pırıltısında balık pulları gibi parlıyordu.
Öndeki geminin dümeninde duran uzun boylu adam, güneşin göz alıcı ışığına karşı kahve gözlerini kısmış kıyıya doğru bakıyordu. Görkemli ve cesur bir adamdı bu, Kim Taehyung.
"Tıpkı hain İrlandalının söylediği gibi," diye mırıldandı kendi kendine. "Onları hazırlıksız yakalayacağız." Arazinin geniş yeşilliklerinin görüş alanına girmesini izledi. Bu zümrüt yeşili adayı sevmekten vazgeçebilecek miydi acaba? Beş yıl boyunca bu kıyılara baskınlar yapıp sonra bu devasa adanın diğer tarafında yerleştiği Dubh-Linn'e dönmüştü. Tüm o aşağılanma ve acı, bir esir olarak geçirdiği günler artık unutulmuştu. Bir gün zengin ve güçlü olduğunda , Kuzey ülkesine geri dönecek ve onu esir olarak satan adamdan intikamını alacaktı.
Taehyung yelkenleri indirme emri verdi ve adamlar küreklere sarılarak kıyıya doğru kürek çektiler. Cesaretine rağmen sırtında bir ürperme hissetti. Nedense bu kıyıda kaderiyle yüzleşeceğinı biliyordu.
Taehyung huzursuzluğu giderme çabasıyla gözlerini gökyüzüne çevirdi. "Odin," diye bağırdı, "Odin, bugün bizimle ol."
Sözlerini duyan adamlar da katıldılar. "Odin, Odin, Odin, Odin." Sesleri böylece rüzgara karışıp gitti.
----------
Jungkook yatak odası olan küçük odada, Jennie'nin yanında duruyordu. Büyük konağa gelen misafirlerin seslerini duyabiliyordu.
Jennie, kardeşinin mavimsi siyah, parlak saçlarını nazikçe taradı. Yumuşak, boynuna uzanan gece rengi saçlara çiçeklerle kurdeleler doladı ve ördüğü saçları taç şeklinde başının tepesine topladı.
"Biraz korkuyorum, Jennie," dedi Jungkook yavaşça.
"Korkma," diye sakinleştirdi onu ablası ve alıcı gözüyle bakmak için kol mesafesinde tutmadan önce ona sarıldı. "Her şeyin mükemmel olmasını istiyorum; saçın, giydiğin elbiseler, düğün ziyafeti. Her şey. Llewellyn klanının liderinin en küçük Omega'sının en iyisine sahip olması uygun olur," diye haykırdı Jennie.
Jungkook içi kürk kaplı kaftanının kemerini ince beline bağladı. Eğilip kürklü deri ayakkabılarını giydi.
"Hazır mısın?" diye soran kardeşini son bir kez inceledi. Hayatında ondan daha güzel bir gelin görmemişti.
"Sanırım," diye yanıt verdi Jungkook, aptalca korkularıyla mücadele ediyordu. Elbisesinin boyun kısmını tutturduğu zarifçe işlenmiş altın broşa büyük bir saygıyla dokundu ve çok önce yaşanmış bir zamanı ve eskiden çocuksu kalbine dokunmuş genç bir adamı hatırladı. Bu çok uzun zaman önceydi ya da öyle gibi geliyordu.
"O broşa hala çok değer veriyorsun, öyle değil mi?" Jennie'nin sözleri kınar gibiydi, ama gözleri Jungkook'unkilerle buluştuğunda gülümsedi. "Yakında Phelan, başkalarıyla ilgili tüm düşünceleri aklından silip atacaktır."
Jungkook sessizce ablasının sözlerini düşünerek hatırlayabildiği kadar uzun zamandır nişanlısı olan adamla evlilik yatağına girmenin nasıl bir şey olacağını merak etti.
"Ben hazırım," diye fısıldadı sonunda.
İki kardeş o geceden sonra hayatlarının ne kadar değişeceğini hiç fark etmeden birlikte ana salona doğru yürüdüler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
flame from the sea • tk
Fanfiction• omegaverse • İrlandalı Omega Jungkook ve Viking Alfa Taehyung