─ten

503 62 19
                                    

"Sadece öpüştünüz mü yani? Başka bir şey demedi mi?"

Başımı iki yana sallayıp, bağlandığım yerden kurtulmaya çalışırken, Jungwoo çözmeye başladığım ipleri fark edip daha da sıkı bağlamıştı. Sırf kaçmayayım diye beni sandalyeye bağlamışlardı.

"O zaman sen söyle onu sevdiğini?"

Başımı iki yana salladım tekrardan. O kadar adımı atıp, benim onu sevdiğimi söylemesi saçmaydı. Hem zaten beğenmek ve sevmek anlamında büyük fark vardı. Ben sadece beğeniyordum.

"Ne demek hayır, haydarı mı çıkarayım illa?"

Haydar, Jungwoo'nun sevgili odunuydu. Genelde ev pis ise beni dövüyordu onunla.

"Ya, demicem işte! Çözün beni artık!"

Omuz silkip durduğumda telefonum çalmıştı ve ben bağlı ellerimle ona ulaşamayınca çok şükür, fazla zahmet oldu Jungwoo kollarımı çözmüştü hemen.

Telefonumu cebimden çıkardığım telefonun ekranına bakarak sırıtmama engel olamamış, telefonu kulağıma götürdüğüm gibi oda değiştirmiştim.

"Selam!"

Resmen sesim, iyi ki beni aradın der gibiydi. Sesini duyar duymaz kalbim ağzımdan atmaya başlamıştı sanki.

"Buluşalım mı? Bir şeyler demem gerekiyor, açıklamam gereken şeyler var."

Sesi biraz tuhaf gelsede aldırış etmeyip derin bir nefes alıp bırakmıştım.

"Olur, kaç gibi?"

"Sen hazır olduğunda bana mesaj at, gelir alırım seni."

Bir şekilde telefonu kapattığımızda, kendi odama geçebilmek için kapıyı açar açmaz Haechan ve Jungwoo'yu yerde görmüş, ikisine de öylece bakmıştım. Jungwoo, ayağa kalkıp üstünü silkelerden, Haechan plajdaymış gibi iki kolunu başının altında birleştirmişti ve bakışmaya başlamıştık.

"Git üstünü falan değiştir Sicheng, çocuk seni görür görmez hislerinden vazgeçmesin bari."

Jungwoo, kolumdan tuttuğu gibi beni kendi odama çekiştirirken yerde -muhtemelen Mark'la mesajlaşıyor- telefonuyla uğraşan Haechan'ın bedenine basmamaya çalışarak odadan ayrılmıştım. Sahi, onlar nasıl barışmıştı ki?

Jungwoo beni odaya sokup yatağa oturttuğunda, bir kaç parça bir şey seçmiş, yatağa serpiştirmişti. Sonra da aralarından bir kombin yapıp elime tutuşturduğu gibi banyoya sokmuştu beni.

Yaklaşık üç dakika sonra, minicik dar alanla giyinerek çıktığımda, Jungwoo kuzeninden araklayıp getirdiği makyaj malzemelerini dizmişti önüme.

"Unut bunu, onun için süslendiğimi sanmasını istemiyorum."

Bana yaklaştırdığı pudrayı kendimden uzaklaştırırken diğer pantalonumdan cüzdan, telefon gibi bir kaç şeyi çıkarmış cebime tıkmıştım.

"Bari, cilt tonunh rengini eşitlelim." (y/n; eşit yanmama sorunsalı, yanacaksam eşit yanayım bari demi amk)

En sonunda onu onaylayıp, hafif sürmesini tembihleyerek, kendimi biraz ona salmış yine de abartmasına izin vermemiştim. Beni dinlemeyip, abartacağına emindim çünkü. Elinde parlatıcı gibi bir şeyle yanıma yaklaşıyorken kaçmış, evden çıkmıştım.

Evin yakınındaki banklardan birine oturduğumda, telefonumu elime almış mesaj bölümünden Yuta'ya mesaj atmıştım. Acil konuşmamız gerek demişti, ne konuşacaktık ki? Üstelik sabahta görüşmüştük.

Belki de çıkma teklifidir. Düşüncelerime engel olamayıp, kendimi hayal kurarken bulmuştum. Aşırı romantik şeylerden hoşlanmazdım, bir şeyler için uğraşıp hazırlık yapmak yerine hiç beklemediğim bir anda, teklif etmesi benim için daha iyi olurdu işte. Mesela, sadece sokakta yürürken de teklif edebilirdi.

Yanağımda hissettiğim minik öpücükle başımı arkaya çevirmiş, herhangi beden göremeyince geri önüme döndüğümde Yuta'yı görmüştüm. Onu görür görmez, ister istemez gülümsemiştim ve küçük çaplı sarılmadan sonra bedenlerimizi tam ayırmamıştık. Hem sarılıyor, hemde sarılmıyorduk işte. Gözleri, yüzüme takıldığında, Jungwoo'yu öldürmeyi diledim. Ben onu kısıtlarken kim bilir daha ne yapmıştı bana.

"Sicheng sen üç saatte nasıl beyazladın bu kadar?"

Ne diyeceğimi bilememiş, ama içimden Jungwoo'yu öldürme planları yapmaya başlamıştım.

"Güneş kremi sürdüm, o böyle yapıyor."

Başını salladığında, aslında ne olduğunu anladığını ama üzerime gelmek istemediğini anlamıştım.

"Sen ne için çağırdın beni? Acil demiştin, bu kadar acil olan ne?"

Konuyu değiştirmek adına aklıma ilk geleni sormuş, sanki onu tedirgin etmiştim. Bana söylemek istediği bir şey vardı da, söyleyemiyor gibi bir ifadeye bürünmüştü.

"Sadece seni özledim. Acil olan buydu."

Hani çok pis düştüm, öyle böyle değil derlerdi ya, şuan resmen onu yaşıyordum. Her özledim dediğinde, ilk defa duymuşum gibi bir heyecan kaplıyordu bedenimi ve bazende o kadar güzel bakıyordu ki oturup ağlamak istiyordum.

"Niye gözlerin doldu birden?"

Bir elini yanağıma götürüp usul usul severken, kendimi minik bir çocuk gibi hissetmiş, iyice ona sokularak sımsıkı sarılmıştım ona. Oda, aynı şekilde bana sarıldığında, boynumla omzum arasında bir yeri öpmüştü.

"Birde bu mahallede bir ev tuttuk. Tam taşınamadık ama yarın gelip eşyaları yerleştireceğiz. Hem böylelikle özlediğimizde daha sık sık geliriz birbirimize. Olur mu?"

Onu başımla onaylayıp, başımı omzuna yasladığımda bir kaç dakika öyle kalmış, ama telefonunun çalmasıyla ayrılmıştı benden. Japonca konuşmaya başladığından büyük ihtimal ailesinden biriyle konuştuğunu düşünerek umursamamış, beklemeye başlamıştım.

O telefonla konuşurken, düşüncelerime sahip çıkamayıp telefon konuşurken bile aşık olunası diye düşünmüş, bana bakıp sırıtmasını sağlamıştım. Onunla göz göze gelmemeye çalıştıkça, o inadına benimle göz göze gelmeye çalışıyordu.

"Ne demiştin sen? Telefon konuşurken bi-"

Yanıma oturur oturmaz dalga geçeceğini anladığımda elimde dudaklarını kapatıp, yanağına minik bir öpücük kondurup ayaklanmış, hemen arkamdaki evime adımlamıştım.

---
sicheng'ın ağzından bir şeyler yazarken sanki hayatım boyunca hiç birinden hoşlanmamış gibiyim tarif edemiyorum içinde ki hisleri ağföwlrlw

bu arada küçük bir spoi; yuwin çiftimiz hemen olmayacak, eğer bir tahmininiz varsa şu satıra fırlatın ama doğru olup olmadığını söylemem

+yuwin text yayınladım!
---

kırmızı çizgi, yuwinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin