1am: never give up

1K 166 103
                                    

Bir şeyi çekmiştim. Tutunayım derken bir şeyi çekmiştim ve Chanyeol denen herifin üstüne düşmekle kalmayıp bir de kafamı yarmıştım.

"Hasiktir kafam!"

Altımda hızlı hızlı nefes alırken, ben ellerim başının iki yanında, yüzüm kişisel alan mı, o da kim der gibi yüzüne yaklaşmış vaziyette, anın şokunu yaşıyordum ve hayır, henüz atlatamamıştım. Kafasını yana çevirdi anında. Ben de çok meraklı değildim ona zaten, sinirle kafamı tutarak önce neredeyse oturur vaziyete geldim, ardından kendimi üstünden atarak halen daha yerde yatmakta olan bedeninden uzaklaştım.

Sarı-beyaz saçlarımı karıştırarak başımı ovalamaya başladım, bir yandan da kafama ne düştüğünü anlamaya çalışıyordum. Elime yapış yapış bir sıvı bulaştığında, neredeyse kafam kanıyor diye çığlığı basacaktım. Chanyeol'ü dürtükleyip kafama bakmasını söyledim ve tekrar yanına süründüm. O da yattığı yerden doğrularak endişeli olduğunu hissettiğim bir tavırla, muhtemelen o da aynı benim gibi ölüp başına kalmamdan korkuyordu ve kanımca birbirimize yardım edip durmamızın sebebi buydu, beni ay ışığının altına çekti ve kafamı incelemeye başladı. Gerginlikle beyin kanaması geçirip geçirmediğimi öğrenmeyi bekliyordum ve öğrendiğim anda kendimi yerden yere vurmaya hazırdım fakat Chanyeol, elini kafamdan çekti ve onun yerine yaklaşarak saçlarımı kokladı. Beni bırakıp da geriye yaslandığında kıs kıs gülüyordu.

"Sabun," dedi gözleri gözlerimi bulduğunda. Ardından başka tarafa bakarak "Çilekli," diye mırıldandı.

"Ha..."

Ben de neden acımıyor diyordum. Beynimin acıdan uyuşmadığını, kanama geçirmediğimi ve en azından şimdilik ölmek gibi bir planım olmadığını kavramak dehşetle kasılan kaslarımı, organlarımı ve hatta dalağımı bile rahatlatmıştı.

Yemin ederim, şu üç saatte öyle bezmiştim ki, uçağım olmasa burada kös kös oturmayı kabul eder, şu kenara kıvrılır biri gelip beni alana kadar uyurdum.

"Şimdi ben kafamı mı temizleyeyim kapıyı mı zorlayayım," diye mızmızlandım, "Rabbim bana bir ışık yolla, beyaz bile olur."

"Saçlarını nerede açtırdın?"

Elimi koklarken duymayı beklemediğim soruyla gözlerimi yüzüne diktim ve omuz silkerek cevapladım. "Anne rahminde."

Genelde sen şimdi kör müsün, kirpiklerin neden beyaz veya sizin gözler kırmızı olmuyor muydu ya tarzı sorulara maruz kaldığım için, albinizmden haberi olmayan ya da albino olduğumu fark etmeyen birini bulmak tuhafıma girmişti.

Ağır ağır başını salladı ve odada gezinen gözlerini yüzüme çıkardı, ardından ellerini yumruk yapıp dizlerine koyarak yüzüme eğildi. Ne yaptığını anlamaya çalışmak için epey efor sarf ettim ve sonra, nihayet, kirpiklerime baktığını anladım. Onlardan bıktığında saçıma dokunup dokunamayacağını sordu, utançtan yerin dibine girmek üzereyken yalnızca başımı sallayabildim. Mantıklı olanı, yapılması gerekeni yapıyordu. Bense salak gibi hiç sormadan dibine dibine giriyordum.

İri ellerinden birini, varla yok arası saçımda hissettiğimde, ona bok attığım şeyi yaptığımı, nefesimi tuttuğumu fark ettim. Onları ayırarak saçımla benzer tondaki kaşlarımı ortaya çıkardı ve mırıltıyla "Çok güzeller," dedi. Sonra hemen geri çekildi. Önce elleri gitti, ardından bedeni. Duvara dayandığında, rahatlamayla bir nefes verdim.

Konuyu dağıtmak adına, varlığını üstüne düştüğümde belli eden ve elimi acıtan takıyı hatırladım. Bileklik olmadığını umuyordum ama emin olamadığım için, sordum.

"Saatin var mı?"

Biraz daha insani yanaşmak istiyordum artık ona. Ben ona katlanmak zorunda değildim, evet ama o da bana katlanmak zorunda değildi.

yelkovana takılı öpücüklerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin