Damon uzaklaşırken Diana'nın sesini hala duyuyordu. Elinden bir şey gelmemesi canını acıtmıştı onun da.
Elena'sız geçireceği son birkaç geceyi, yine onun uyuduğu yere giderek değerlendirmek istedi. Kalbi geri döneceği için deli gibi çarpsa da hala korkuyordu. İksir işe yaramazsa Elena'nın ölümü kaçınılmaz olurdu.
Ama Diana'ya da sonsuz bir güveni vardı ve haklı olabilirdi. Belki de yollarının kesişmesi ilahi bir gücün yardımıyla olmuştu.
Bir hayat onlarca hayata dokunmuştu sayesinde.
Gecenin karanlığında Salvatore aile mezarlığına gidip ağır kapıyı aralayarak içeri girdi. Hayatının sonsuz aşkı bir bebek misali uyuyordu. Saçını nazikçe sevip, soğuk ve gri dudaklarına değdirdi kendi dudaklarını.
İksiri uyandığında görebileceği şekilde yerleştirip, üstüne de küçük bir not yazdı.
''Ben gelmeden sakın içme, seni seviyorum. D.S''
Aslında geri döndüğünde de verebilirdi ama uyandığında bilmesini istiyordu. Ayrıca Diana Elena'nın uyanınca dışarı çıkıp beslenmemesi için mezarı da mühürlemişti zaten, istese de çıkamayacaktı.
Sadece Damon girebiliyordu içeri ve mührü de kendi kanı kaldırabilecekti. Bunu bildiğinden içi rahattı Damon'ın. Tabutun yanına çöküp, yerdeki yarım viski şişesini aldı ve içip kavuşacakları anı hayal etmeye çalıştı.
🗝🗝🗝
Diana kendini toparlayıp masadaki envai çeşit içkiden en sert olanını seçerek bir dikişte bitirip ağır adımlarla yukarı çıktı. Odaya girdiğinde, Dean'in her şeyden habersiz mışıl mışıl uyuduğunu görmüştü.
Dev pencerelerden içeri sızan parlak ay ışığı doğruca yüzünü aydınlatıyordu. Baş ucuna oturup gözlerini güzel yüzüne odakladı. Onun; bir kadını kıskandıracak kadar kıvrımlı kirpiklerini, buğday tarlasını andıran saçlarını, dolgun ve öpülesi dudaklarını inceledi sadece. Hafızasının tüm odalarına ezberletti her milimini.
Ölmek değil de, ondan ayrılacak olmak koyuyordu Diana'ya.
İnsan ölünce sevdiğinin yüzünü unutur muydu?
En büyük hüznü ve korkusu da buydu aslında. İster Cennet -ki olacağını düşünmüyordu- isterse de Cehennem'de olsun, bir gün gelip artık Dean'i anımsayamamaktan ölesiye korkuyordu.
Sonsuzluğu o olmadan geçiremeyeceğini biliyordu Diana. Bir keresinde, ölüp Cennet'e giden insanların güzel hatıralarla dolu bir yerde sevdikleriyle olduğunu duymuştu. Bunu Castiel ile konuşması gerektiğini aklının bir köşesine yazdı. Dean onun en güzel hatırasıydı, bunun gerçek olmasını diledi sadece.
Yanına uzanıp elini kalbinin üstüne koydu ve başını da omzuna yasladı. Önce yanağına sonrada dudağının kenarına bir öpücük bıraktı belli belirsiz.
Dean yeşillerini hafifçe aralayıp onu gördüğünde gülümsemişti. Kolunu yana uzatıp göğsüne yatmasını istedi.
Dean: Selam güzellik. Neredeydin?
Diana: Küçük bir işim vardı. Nasılsın?
Dean: Kendimi bir türlü açamıyorum. En son Castiel ile konuşuyorduk ya, sonrası karanlık. Neler oldu?
Diana: Bir kriz geçirmek üzere olduğunu anlayınca Castiel müdahale edip seni uyuttu. Michael bedenine hükmetmeye çalışıyor. Biz de bu arada Damon ile kapıyı bulduk.
Dean: Gerçekten mi? Büyük ilerleme, nasıl oldu o iş?
Diana: Sohbet mi edeceğiz böyle? Benim aklımda daha başka şeyler var oysa ki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH İKİZİ (DEAN WINCHESTER)
FanfictionKader nedir? Kaderiniz siz doğmadan yazılmış mıdır, yoksa yaptığınız seçimlerle onu siz mi şekillendirirsiniz? Peki herşey sizin elinizdeyse, ya da ne kadar karşı koysan da engelleyemezsen? Tüm insanlığın iyiliği için yaşaman gerekiyorsa, masum biri...