Impala'nın içindeki sessizlik dönerken de değişmemişti. Biraz da burukluk eklenmişti buna şimdi. Sam düşündüklerinden pişmandı yine, Dean'de de anlatmış olmanın rahatlığı vardı az da olsa.
Çok geçmeden yağmur damlaları cama vurmaya başlamıştı yavaştan ve saat öğleden sonra 14:00'e ulaşmıştı. Zamanın ne ara bu kadar çabuk geçtiğini fark etmemişlerdi ikisi de.
Evin önüne geldiklerinde Dean bebeğini dikkatlice park etti ve aşağı indi. Sam ondan önce içeri girmişti. Belli belirsiz bir selam vererek kanepeye oturdu. Castiel'in gözlerine baktı doğrudan. Onun çelik mavi bakışları, Sam'in gizemli yeşilleriyle buluştuğunda bildiğini anladı Castiel.
Hafifçe başını eğip, çarpık bir gülümseme yolladı. Diana'nın gözleri ikisi arasında gidip geliyordu.
Diana: Flört edecek başka bir yer bulun beyler.
Sam: Kapa çeneni.
Diana: Yine ne çeviriyorsunuz siz?
Sam: Hiç.
Dean: Aynen, hiç.
Diana: Hoş geldin bebeğim. Sakinleştirdin mi koca oğlanı?
Dean: Sence kaçarı var mıydı?
Diana: Asla. Eşyalarımızı hazırladım, çok fazla bir şeye gerek yok zaten.
Dean: Anladım.
Sam: Umarım benim için de bir şeyler almışsındır Diana.
Diana: Elbette. Önlük ve bezler için ayrı bir valiz hazırladım Sammy.
Sam: Aman ne komik!
Hafif bir tebessüm odadaki herkesin yüzüne yerleşti. Sam, Diana'nın sabahki olaydan dolayı böyle söylediğini biliyordu. Çocuk gibi davrandığını ima etmeye çalışıyordu Diana. Sam de alttan alıyordu işte.
Son zamanlarını yaşayan birine yapılabilecek en büyük kötülüğün, yüzündeki nadir gülümsemeyi soldurmak olduğunu biliyordu Sam. Bu yüzdendi.
Bir de vicdan azabı ksımı vardı tabii. Onlar yaşasın diye ölen onca insan, onlarca kurbanın arasına biri daha eklenecekti. Üstelik, çapkın ağabeyinin sevdiği ilk kadındı bu. Hayatın acımasızlığı ve kaderlerinin çaresizliği bir kez daha tokat gibi vurmuştu yüzlerine.
Bir ara Diana ortadan kaybolmuştu. Çok geçmeden elinde birkaç kolye ile geri gelmişti.
Eski Aztek paralarına bağlı, siyah deriden ibaretti bu kolyeler.
Diana: İşte, bunları takın. Bizi iblislerin görmesini engelleyecek.
Sam: Bu da ne?
Diana: Aztek'lere ait bir para. Üstünde o dönemlerde kullanılan dilde bir koruma sembolü var. Bende bunu biraz geliştirdim. Yaptığım büyünün bir objeye bağlanması gerekiyordu.
Dean: Vay canına, bu çok değerli bir şey olmalı.
Diana: Öyle zaten. 16. yy'da bir korsan tarafından bulunarak Tenochtitlan Şehri'ne getirilmiş. O zamanlar köy, açlık ve hastalıkla boğuşuyormuş. Korsan Cortes köye geldiğinde, bu paraları kimseye göstermemiş başta. Çok yorgun ve açmış, Aztek halkı kendi az yiyeceklerini onunla paylaşınca, korsan da teşekkür olarak bu paraları vermiş onlara. Hem de hepsini. Sonra da ortadan kaybolmuş.
Sam: Peki neden?
Diana: Efsaneye göre, köy o günden sonra ortadan kaybolmuş. Diğer kabileler gece oradayken, sabah kalktıklarında köyün yerinde olmadığını anlatır dururmuş. Bu para aslında bir tılsım. Görünmezlik tılsımı ya onun gibi bir şey işte. Ama bir yandan da lanet aslında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH İKİZİ (DEAN WINCHESTER)
FanficKader nedir? Kaderiniz siz doğmadan yazılmış mıdır, yoksa yaptığınız seçimlerle onu siz mi şekillendirirsiniz? Peki herşey sizin elinizdeyse, ya da ne kadar karşı koysan da engelleyemezsen? Tüm insanlığın iyiliği için yaşaman gerekiyorsa, masum biri...