BÖLÜM-10 SEBEB-İ ZİYARET?

61 13 0
                                    



  Trafik kurallarına hassasiyetle uyarak istikametini Çukurova Üniversitesi'ne doğru belirledi Adil, mümkün olan en tenha yolları tercih etti misafirinin güvenliğini düşünerek. Yolu yarılamıştı ki arkadan hiç ses gelmediğini ancak fark etti, dikiz aynasından baktı fakat koltuğa yatırdığı kızı göremiyordu.

  "Sabb-Unn? İyi misin?"

 ...

 "Sabb-Unn?"

....

 Uyumuş olamazdı, yani, acaba? Tam da o sırada inleme sesi doldu kulaklarına. Kalbi küt küt attı Adil'in, hemen uygun yere çekti arabayı, etrafına bakınıp insanlardan epey uzakta olduğuna emin açtı arka kapıyı. Yeşil ışık soluyordu! Vah! Vah! Elini alnına koydu kızın, kendince ateşini falan kontrol etti. Ağaçların ateşi çıkar mıydı? Kaç ağaca dokunuyordu ki insanoğlu? Kaç ağacın sağlık durumu kontrol ediliyordu? Temiz hava sağlayan ulu ormanlar katlediliyordu acımasızca, kendi ciğerlerini yakıyordu zalimler. Diğer eli nabzını arandı kızın, damarlarında ne dolaşıyordu acaba? Hayat mı? Elbette hayat! "Hayatım o benim."

  "Sabb-Unn, hayatım iyi misin?" Diline çok yakıştırdı tıpkı doğasına da yakıştırdığı gibi.

 "Hayır, gücüm tükendi. Hava, su, toprak... Sizin diyarın yaşam kaynakları... Çok kötü..."

 "Eyvah! Biraz sabret." 

  "Ne?" Dedi içinden kendi kendine. Havanız, toprağınız, suyunuz kötü diyordu kız. Tabi ki kötü de sabrettirip sonunda ne yapacaktı? Sanki eve gidince salonundaki saksıya mı dikecekti? 

  "Sabb-Unn, bak canım buraya her neden geldin bilmiyorum ama bu diyar seni hasta ediyorsa bir an evvel geri göndermenin yolunu bulalım. Rüya'ya ulaştığımda çözeriz herhalde sorunu o zamana dek sabret." 

  Adem Diyarı'nın yüce şahına kesinlikle bir sekreter lazımdı. Ah, Rüya! 

 Telefon sonunda açıldığında sekreter açığı kapatılmış diye düşündü Adil. Ablası mı? Bu küçük kıyamet olmalıydı. Çiçeği de solmak üzereydi. Ya, tabi bir çiçek al diye müthiş tavsiyeler verdi abla. Sağ olsun. 

  Arabada bulduğu bir miktar su belki işe yarar umuduyla eline, yüzüne döktü telaşla, bir kaç yudum da içirdi yeşil dudaklarını aralayarak. Can suyu oldu sanki. Sema geldi aklına o dakikada Adil'in "Çabuk gel Adil ağabey" diyordu. Sabb-Unn'u yutturmuştu mesai arkadaşlarına ama o koca kanatlı, yarı çıplak vücutlu, gri saçlı kartalı ne yapmıştı acaba kızcağız? "Dayan Sema, kurda kuşa yem etmeyeceğim seni!"

   Nefes alış verişi biraz düzelen veliahta baktı yan gözle "Bir de Ademoğlu güçsüz, zayıf demezler mi? Hıh! Efsunları kadar konuşuyorlar işte." Sinsilikle sırıttı.

  Üniversitenin çıkışındaki anayolun hemen sağına çekti arabayı, Sema oradaydı ve kartal. Aksıyor muydu? "Galiba o da Sabb-Unn sendromu" diyerek kaşlarını yaydı Adil.


   Sema, Tesaru ile romantik yürüyüşüne henüz başlamıştı ki karşıdan gelen iki öğrenci onlara tuhaf tuhaf bakınca montun kapüşonunu kafasına geçirdi kartalın. Canım en azından gri sırma saçları çok dikkat çekmeyecekti. O sırada Tesaru inleyip yere yığılacağı sırada hemen davrandı Sema "Tutmasam gidiyordun ha!" Gevezeliği bir an olsun bırakmıyordu. Doğrulmasına yardım edip koluna girdi, aksıyordu gökyüzünün hür ve güçlü kartalı, yaşlı insanlar gibi beli bükülmüştü. Bir sahne canlanıverdi Sema'nın gözlerinde; bahçe içinde tek katlı bir ev, ahşap, huzur, şömine... Şöminede çıtır çıtır yanan ateş ve önünde konumlu iki koltuktan birinde Sema birinde Tesaru oturuyorlar, ekose desenli battaniyeleri dizlerinin üzerinde, ikisinin de saçları ak, değişen Sema'nın saçları aslında. Minnoş minnoş kitap okuyorlar. 

ŞAHMARAN'IN SIRRI-KAYIP DİYARLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin