BÖLÜM-8 YAKALAYIN YEŞİL IŞIĞI

86 14 1
                                    



    "Kapat gözlerini, kimse görmesin, yalnız benim için bak yeşil yeşil..."

  Her ne kadar makamı tutturamayıp çoğunlukla detone olsa bile aynı ezgiyi mırıldanmaktan vazgeçmiyordu. Önünde onay bekleyen bir tomar numune dosyası vardı, en üstten başlayıp açtı satır satır okudu. 

  "Gözlerin kimseye ümit vermesin, yalnız benim için..."

  İlk dosyanın analizini bitirmek üzereydi, yaklaşık bir saatti geçen vakit. Gıda sektöründe hataya yer olmazdı ve bu sebeple işini her analizde aynı ciddiyetle yapardı. İşin teorik kısmında hata yoktu ancak az sonra kimyasal, fiziksel ve tadım analizi için laboratuvara geçmesi gerekiyordu. 

  "Bak yeşil, yeşil..." Mırıltı dilinde, ayağa kalkıp sırtını ve boynunu esnetti, o da ne! Odasının sol köşesinde devasa saksı içinde iştahla ve inatla çoğalıp büyüyen büyüdükçe de daha çok uzayan kılıç çiçeği sağa sola sallanıyordu. Pencere mi açıktı? Hayır. Hava yağmurluydu ve sağanağa dönüşmüştü yağmur. Sallantısı azalıp sakinleşen bitkiye baktı tek kaşını kaldırıp gözünü de kısarken.

   "Güzelim, derdin ne senin?" Dedi. Oldum olası severdi kılıç çiçeğini, hem çok güzel ve asil görünüyordu hem de faydası saymakla bitmezdi. Bir tanesini hemen saymak istedi hatta "Kılıç, ordu, komutan, ben..." Aman ne de gurur duydu kendi ile. "Ne var tek kişilik orduysam?" 

  Sanki bitki onu duymuştu da cevap verecekti. Uzun uzun kılıç şeklindeki yapraklar arasından fıstık yeşili bir ışık zuhur etti. Önce hayal gördüğünü zanneden genç adam "Yakalayın yeşil ışığı, hesaplı parlak bulaşığı." Diyerek reklamlara geçti. Lakin yeşil ışık yakalanacak gibi değildi, saksıdan taşıp yere dökülür gibiydi. Sonra yerden yükselip insan silüetine girdi. Baş parmağı ile damağını yukarı iten Adil geri geri yürüdü ama sözün bittiği yerde durmak zorunda kaldı.

   "Tövbe Bismillah! Lan! Noluyo?"

  Ta dam! 

  Eti kemiği ve yeşil derisi ile o karşısındaydı. Gözleri pörtledi, tükürüğü boğazına kaçtı, dili de kaçacaktı da izin vermedi.

  "Sabb-Un?"

  "Selam sana Ademoğlu Diyarı komutanı."

  Komutandı pek tabi, nasıl da manidardı iki gözünün çiçeğinin kılıç çiçeğinden çıkışı "Ah be güzelim" Tamam da nasıl?

   "Sabb-Un, sen nasıl? Ne işin var burada?"

  "Pek memnun olmadın herhalde komutan?"

  "Canım olur mu öyle şey? Ho ho hoş geldin, buyurup oturmaz mısın?" Masanın önünde konuşlu deri kaplamalı rahat koltuğa buyur etti. Ulu Ağaçlar Diyarının veliahtı önce işaret edilen koltuğa sonra da etrafına bakındı sorgulayan ve şüpheli gözleri ile. Adil'in tuhafına gitti o bakışlar, memnuniyetsiz miydi yoksa prenses hazretleri? Ağaç kütüğümü arzu ederlerdi?

  Yanına geçip koltuğa kendi elleri ile buyur etti sonunda, yalnız o eller birbirine dolaşıyordu dili gibi. Şaşkınlıktandı tabi başka ne olabilirdi? Koskoca veliaht burada. Böyle beklenmeyen, şaşırtan ve tamam evet birazda heyecanlandıran ziyaret sebebi ne olaydı ki? Neyse ki oturdu haşmetmeab. Çaktırmadan kıvrılıp kendisi de ondan kalan yarım oturumluk yere sığındı. 

  "Haber verseydin keşke. Yani mesaideyim ya şimdi, seni böyle ağırlamak, buralarda." Sarayın yanından geçmeyecek odasına ve o odanın küçücük bir yer işgal ettiği fabrika binasının içinde bulunduğu araziye gitti aklı. Konfor mu? Odası belki evet ama... Dan! Fabrika!

ŞAHMARAN'IN SIRRI-KAYIP DİYARLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin