9th

178 35 39
                                    

Doğum gününün ertesi günü eve yoklamak için gittiğimde Raven kucağında tuttuğu Nutella kavanozu ile ağlıyordu. Eh, alternatifler pek fazla değildi. Ya bunalıma girmişti, ya da direkt depresyona. Nutellayı nasıl kaşıkla yiyebiliyor, cidden anlamıyorum. Yine de bu, kalpli pijamaları, dağınıkça toplanmış saçı ve kızarmış burnu ile beş yaşına geri dönmüş gibi görünmesine engel değildi elbette.

"Raven, ne oldu?" Kapıyı sonuna kadar açık bırakıp kavanozuyla birlikte odasına gitti, kendini pufa attı ve bağdaş kurup ağlamaya başladı tekrar. O hali beni ürkütmüştü açıkçası çünkü Raven gamsız biridir, bir şeye kolay kolay üzülmez ya da kafayı takmaz, benim aksime. Elimi onun koluna koydum, yüzüğümü gördüğünde ise daha çok ağlamaya başladı.

"Güzelim, iyi misin?" Kucağındaki kavanozdan nihayet ayrıldı ve kavanozu yere bıraktı. "İnanamıyorum Charles ya, sana inanamıyorum! Neden evlendin ki?"

"Ne? Ben evlendim diye mi ağlıyorsun?"

"Daha otuz iki yaşındasın be!"

Güldüm, "dedi otuz yaşında nişanlanıp aynı yıl evlenme kararı alan kadın."

"O değil, cidden, anlamıyorum ya... gittin bir haftada evlendin Erik'le, bir haftada! Oysa ben bu yılın başından beri evliliğimi planlıyorum ve..." Nutella kavanozunu tekrar kucağına aldı, bir kaşık aldı ağzına.

"Raven, ciddiyim, cidden iyi misin?"

"Hank'le kavga ettik. Düğüne bir ay kala. Nasıl ama?"

"Dünyanın sonu değil ya, konuşup halletmeyi denediniz mi? İkiniz de olgun insanlarsınız, ayrıca bu ilk kavganız da değil. Eminim Hank anlayacaktır. Herkes zaman zaman kavga eder."

Raven dilini uzatmıştı bana. "Sen mi söylüyorsun bunu? Ettiğiniz en büyük kavga telefonumu neden açmadın mevzusu. Of, neyse, boş ver şimdi bunları. Ororo'yu arayayım onunla biraz takılınca kendime gelirim."

"Peki..." Ayaklandım çünkü işe dönmem gerekiyordu. "Gitsem iyi olur, çıkınca tekrar uğramamı ister misin? İstersen akşam yemeğini birlikte yiyebiliriz."

"Gerek yok, daha iyiyim. Sağ ol, Erik'e selamlarımı ilet."

"Olur, iletirim."

Raven cidden tuhaf davranıyordu. Birincisi, neler olduğunu sorduğumda ağlayarak Hank ile kavgalarını virgülüne kadar anlatması gerekiyordu ama o evliliğim hakkında ağlayıp durdu. İkincisi, konunun Hank olduğundan bile emin değildim, emin olmamı sağlayan şey ise evden çıktığımda Hank'in araması oldu. Pekala, demek ki cidden kavga etmişlerdi. İşe geç kalacaktım ama yine de Hank'in bir kafede buluşma teklifi kabul ettim. Logan da oradaydı.

Hank gerçekten mutsuzdu, Logan sigara içeceği için açık alanda oturmuştuk. Hank bu tarz şeylerden nefret eder, hatta Logan'ın o ciğerlerle hâlâ nasıl nefes alabildiğine sürekli hayret eder ama o gün o da yaktı bir tane. Sonra Logan paketi bana da uzattı, hiç ilgimi çekmediğini söyleyerek geri çevirdim. Hank'e döndüm sonra, "Özel olmayacaksa neden kavga ettiniz?"

Hank koca bir nefes çekti sigarasından. "Bilmiyorum, Charles. Onu artık tanıyamıyormuşum gibi hissediyorum. Her şey onun istediği gibi olsun diye uğraşıyorum ama hiç değmeyecek şeyler yapıyoruz. Düğüne tam 200 kişi davetli, yarısını muhtemelen düğünden sonra görmeyiz bile. Yine de o bu şekilde istediği için bir şey demedim ama en ufak bir şey istediğinden farklı olduğunda Raven adeta çıldırıyor. Dün gece de aynısı oldu ve benim evlenmek istemediğimi iddia edip parladı birden. Sonrasını zaten biliyorsunuz. Aslına bakarsan asıl sorununun bu olduğundan bile şüpheliyim, beni bahane ediyor sadece." Dedi, o da benim gibi düşünüyordu anlaşılan.

"Ne olabilir ki derdi? Bir şey olsa bana ya da Logan'a mutlaka anlatırdı. Ya da Ororo'ya ki o da sürekli Logan'la konuştuğu için mutlaka haberimiz olurdu. Bugün de bana neden evlendin ki diye isyan ederek ağladı."

Logan arkasına yaslanıp kahkaha attı. "Bence seni kıskandı. Oğlum ama cidden, hıyarın biriyle sevgili olma dedik, oldun. Canını sıkmasına izin verme dedik, gittin bie hafta içinde evlendin. Bu Erik'ten önce verdiğin en radikal karar saçını uzatmaktı anasını satayım. Üşenmesem ayağa kalkıp alkışlardım." Hank de ona eşlik etti tabii. "Ee, evli olmak nasıl bir duygu?"

"Yani, bunu söylemek için erken sanırım, daha bir gün oldu. Pek bir fark yok." Hank destek olduğunu belli edercesine elini koluma koydu. "Sen bakma Logan'a," dedi. "İkinizin adına da mutluyum. En iyisini hak ediyorsunuz."

"Sağ ol, Hank. İyi ki varsın. Raven'ı da kafana çok takma, en geç yarın sabaha kadar arayıp özür diler." Dedim, kız kardeşimi tanıyordum sonuçta. Nitekim Raven düşündüğümden de erken davranmış, ben gittikten iki saat sonra Hank'in yanına gitmiş.

O gün tam olarak çalıştığım bile söylenemezdi aslında. Yani, elbette bir proje üzerine çalışıyordum fakat işle pek alakası yoktu. Bu projeye evlenmeden bir buçuk ay önce başlamıştım ve o gün de son rötüşlarını yaptığımı söyleyebilirim sanırım. Bir ev tasarlamıştım, bizim evimizi. Beğenmemen de mümkündü tabii ama sorun değildi, olmadı baştan çizerdim ya da birkaç yerde değişiklikler yapardık. Yani... güzel oldu gibi?

Her neyse, işten çıkıp da eve -evine- geldiğimde kucağına aldığın dizüstü bilgisayarınla ilgileniyordun, baya odaklanmış göründüğüne göre önemli bir şeydi herhalde. "Selam," dedim elimdeki anahtarı askıya asarken. "Erken çıkmışsın bugün." Gözlerini bilgisayardan ayırmadan yanıtladın. "Selam, hayatım. Altı saatlik bir ameliyattan çıktım. Hak ettim bence."

"Kesinlikle." Gelip yanına kuruldum ben de. "Yemek yedin mi?"

"Nope. Seni bekledim."

"Pekalaa," başımı eğip bilgisayarın ekranına baktım. "Ne yapıyorsun?"

"Asla kullanmadığın yıllık iznini değerlendirmeliyiz," demiştin muzip bir ifadeyle. "Güzel bir balayını hak ettik bence."

Pekala, hayatım, aniden hiç beklemediğim şeyler yapıp beni kalp krizi geçirme ihtimali ile karşı karşıya bırakma huyunu acilen bırakmalısın. Gerçi bunu zaten düşünmüştüm ama... sen yine de yapma işte.

"Hmm," istemsizce sırıtmaya başlamıştım bile. Cidden, senin yanındayken istemsizce oluyor. "Nereye gideceğiz peki?" Derin bir nefes aldığını hatırlıyorum. "Aslına bakarsan hiçbir fikrim yok. Çok fazla alternatif var. Sence?"

"Deniz, kum, güneş... fazla klasik. Sıcak havaları da sevmem zaten, ben kış insanıyım."

"Peki-"

"Düsseldorf'a gitmeliyiz."

Bu defa senin bunu beklemediğin yüz ifadenden belli oluyordu, bu şaşırmış hâline gülmeden edemedim. "Yani, doğup büyüdüğün şehri görmek isterim." Kaşlarını kaldırarak baktığında ise ekledim. "Evet, hayatım, ciddiyim."

"Pekala, ama Almanya'ya kadar gitmişken Stuttgart'ı görmeden dönersen yazık olur. Fazla uzak değiller zaten."

"Olur, planlama işini tamamen sana bırakıyorum."

Birtanem, sana bunu söylemekten her zaman çekindim fakat ben dokuz ay sonra ilk defa o gün korkuyu tekrar hissettim. Her şey o kadar güzeldi ve ben o kadar huzurluydum ki... Sözünde durdun, seninleyken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum bile. Ayrıca o gün abartısız yarım saat boyunca tasarımlarımın ne kadar güzel olduğunu anlatıp durdun ve dönünce işleme geçirmeye karar verdik. Yani, işimizi iyi yapıyoruz, ne diyebilirim ki? Her neyse, diyeceğim şu ki huzurumuzun bozulmaması için her ne bedel ödemem gerekiyorsa gözümü dahi kırpmadan ödemeye hazırdım ve günün çoğu zamanı Tanrı'ya bunun için dua ettim.

Eh, biliyorsun, Tanrı'nın adaleti farklı işler.

my beautiful trauma • cherik [√]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin