"Jungkook! Jungkook uyan!"Duyduğum ince kız sesiyle kafamı gömdüğüm masadan kaldırdım. Gözlerim birbirine yapışmış gibiydi ve acıyordu, ilk defa böylesine ağlamıştım sanırsam. Ellerimle gözlerimi ovduktan sonra bir nefes vererek karşımdaki Ga Eul'e baktım.
"Odanı bok götürüyor, içki kokuyorsun, gözlerin kıpkırmızı ve şişmiş... Bir nutella kutusu eksik. Nesin sen, sevgilisi tarafından terk edilmiş Tumblr kızı mı?"
Ga Eul bir taraftan homurdanmaya devam ederken bir taraftan yere atmış olduğum içki şişelerini topluyordu. Esnedikten sonra ellerimi masaya dayadım ve gözlerimi avuç içime yaslayarak bir süre durdum.
"Sevdiğin insanlara bir şeyler olduğunu bilmek, ama yardım edememek ne kadar zor değil mi?"
Ne yaptığını göremesem de duyduğum sesten içki şişelerini odamdaki poşete attığını duymuştum.
"Onların acısını tam kalbinde hissediyorsun ve elinden hiçbir şey gelmiyor."
Kafamı kaldırdıktan sonra yatağımda oturup gözünü bana dikmiş olduğunu gördüm. Kafamı geriye yasladım ve gözlerimi kapatarak Jimin'in o kelimeleri söylerken sesinde duyduğum acının bedenime bir kez daha yayılmamasına izin verdim.
"Gözlerinin önünde eriyor. Acı onu her gün bitiriyor ve sen hiçbir şey yapamıyorsun. İşin komiği de ne biliyor musun? Tüm acıların sorumlusu sensin."
Acıyan gözlerimden bir yaş daha akmasına izin verdim. Benim sırf ben gittiğimde daha fazla acı çekmesin diye öpmeye kıyamadığım çocuğu, dokunuşlarıyla kirletmeye çalışıyorlardı. Sırf acıları azalsın diye başka bir numaradan kim olduğumu belirtmeden mesaj attığım çocuğu, yanındakiler yakıyordu.
"Jimin'i kurtarmana çok az kaldı Jungkook."
Ga Eul'un en sevdiğim özelliği muhtemelen birkaç kelime söylememle veya yüz ifademle kimden bahsettiğimi anlamasıydı. Hafifçe gülümsedim, yorgun hissediyordum. Onu çekip kollarım arasına alarak kurtarmama sadece dokuz gün kalmıştı.
"Seni hiç birisi için bu kadar ağlarken görmedim." diye mırıldandığında gözlerimi açarak ona baktım. Ayaklarını birkaç kez yere vurduktan sonra konuşmaya başladı.
"Sen aldatıldığında, üzülmekten çok acımasız olmuştun. Sert bir erkeğe dönmüş, sabaha kadar içmiştin. Tabi ki ağlamıştın ama bu kadar çok değil. Şimdiyse ciddi anlamda depresyonda gibi ağlıyorsun."
Beni böylesine yıkılmış görmek kolay bitmeli değildi. Ben her zaman gülerdim. Berbat hissetsem de, acı içinde olsam da, özlesem de... Bazen etrafımda kimse yokken bile gülmeye başlardım çünkü eğer gülerek içimdekileri dışarı salmazsam, herkes güçsüz yanıma tanık olurdu
"Ben onun için ağlamadım. Ben Taehyung'dan kazık yediğim için ağladım." Uzun bir süre durduktan sonra göz yaşlarımı sildim ve masamdaki Jimin ile olan tek fotoğrafımıza Halsey, ben ve onun olduğu kareye hüzünle bakıp konuşmaya devam ettim. "İlk defa birisi için ağlıyorum çünkü ilk defa birisinin acısını tamamen hissedebiliyorum. Onu çok özlüyorum. Ben onu görmek için gün sayarken, insanlar ona zarar veriyor. Ben sırf birlikte olalım diye çabalar harcarken, okulumu, düzenimi, ailemi önüme alırken; onun yanında kolayca olabilen insanlar kalbini kırıyor. Bu beni delirtiyor anlıyor musun? Ciddi manada delirtiyor."
Aradan bir yıla yakın bir süre geçmişti ve buna rağmen bana kendini unutturmamıştı. Doğum günümde beni arayıp titrek sesiyle konuştuğunda tam kalbimin ortasına bir heyecan duygusu girmiş, orada boylu boyunca yayılmıştı.
Ona ne zaman bağlandığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu, tek bildiğim onu görmeye fazlasıyla ihtiyacım vardı. Uzun bir sessizlikten sonra Ga Eul ayağa kalktı ve yanıma gelerek konuşmaya başladı.
"Pekala, hemen kalk ve toparlan! Jeon Jungkook, bu lanet odada kalmaya devam edersem sadece koku yüzünden sarhoş olacağım! Pencereleri aç ve banyoya git, annen bugün sana gizli baskın düzenleyecek. Tabi ben söylediğimde pek gizliliği kalmadı."
Ne kadar ailemle olmak için Kore'ye dönmüş olsam da yine onlardan ayrı bir ev almıştım. Buranın Londra'dan tek farkı ne zaman istersem onların yanına gidebiliyordum. Ancak seneye burada olmayacaktım. Çocuklarla her şeyi ayarlamıştık, bir grup kuracaktık. Londra'da Hoseok'a yakın bir ev tutacaktım, Seokjin, Namjoon ve Yoongi zaten aileleriyle beraberdi. Böylece hem Jimin'in yanında olacaktım, hem de istediğim mesleğe adım adım gidecektim.
Onu onayladıktan sonra odamdan çıkışını izleyerek saate baktım. İçkiler yüzünden fena sızmış olmalıydım, çünkü resmen bir sonraki güne geçmiştik. Saçlarımı karıştırıp düzelttikten sonra telefonumu alarak Jimin'e bir mesaj yazdım. Nasıl olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Aslında ağladığını biliyordum, hissedebiliyordum. Çünkü ben de ağlıyordum.
Stalker: Nasılsın
Jimin: Mükemmel
Jimin: Fena mutluyum
Jimin: En sevdiğim ders olan deneme dersinin ödevini yapmayı hangi sikik kafadaysam unutmuşum
Jimin: Üstelik dün de lanet olası bara gitmek için bir dersimi ekmiştim
Jimin: Sınıfta kalacağım
Jimin: İnanılmaz harika hissediyorum yani
Kendi kendime bir küfür mırıldandım. Gittikçe içine kapanıyor, berbat olaylar yaşıyordu ve üstüne bir de okul sorunu vardı.
Stalker: Okulu umursama
Stalker: Zengin doksan yaşındaki ölmek üzere olan biriyle evlenip, öldüğünde mirasıyla geçinirsin
Jimin: Normalde o konuşmalardan alıntı yapmanı sevmiyorum ama bu iyiydi znxçcöşsmcy
Stalker: Yalan randomlar...
Stalker: Hala ağlıyorsan dur lütfen çünkü canım yanıyor
Stalker: Gözünden düşen her bir yaş kalbime düşen bir lav gibi
Stalker: Dün konuşamadığım için bana kızma, sesimden tanırdın ve sonra elveda banaaa
Stalker: Okulu, sahte arkadaşları, koruyucu ebeveynleri, acıtan insanları boşver
Stalker: Hayatında acı bırakan kim varsa onları silip atmayı bil.
Stalker: Tanrı sana seni mutlu edecek kişileri verecektir
Stalker: Bunu biliyorum çünkü bana seni verdi
Stalker: Şimdi ağlamayı bırak, yüzünü yıka, ve dışarı çıkıp bir nefes al
Stalker: Sen her şeyin en iyisini hak ediyorsun ve bunları sana sağlamak için elimden geleni yapacağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
favorite crime ✔️
Fanfiction|where do broken hearts go adlı kitabımın ikinci kitabıdır, lütfen ilk önce onu okuyun.| -jikook