Ne yapacağımı bilmiyordum.Karşımda elinde bir içki şişesi, duvarın kenarına çökmüş, gözü neredeyse kapalı denilecek kadar kısık bir şekilde duruyordu.
Çantası yerdeydi ve içindekiler etrafa dağılmıştı, üç- dört tane hap çantasının üzerindeydi. Onu öyle güçsüz, öylesine kendinden bile farklı görmek nefesimi kesmişti. Hareket bile etmeden öylece bakıyordum yüzüne.
Bakışlarımı hissettiğinde kafasını yavaşça kaldırdı ve o an gözlerindeki ölüyü gördüm.
Geçen sene ne olursa olsun sürekli parlayan, büyük gözleri şimdi o kadar boştu ki; kendimden en çok nefret ettiğim andı belki de. Yerimden kıpırdayamadan gözlerime ulaşmış gözlerine baktım.
"Jungkook..." diye mırıldandı ancak öylesine kısık, öylesine güçsüzdü ki, ona ait değil gibiydi.
Ah sesini duyduğumda saatlerce gülümsediğim çocuk. Ses tonuna kadar değişmişti.
Yutkundum ve o an titrediğini fark ettiğim bacaklarımla ona bir adım attım. Sadece yüzüme bakıyor, hiçbir şey söylemiyordu. Kafasını yanındaki haplara çevirdi ve dördünü de eline alarak bir süre baktı.
"Baya kafa yapıyorlar ya." dedikten sonra rastgele fırlatıp dirseklerini dizlerine yaslayarak gözlerini avuç içlerine gömdü. Bu sırada yavaş adımlarla ona ilerlemeye devam ediyordum, kalbim hiç olmadığı kadar hızlı çarpıyordu. Tam karşısında durdum ve derin bir nefes alarak yere bir dizimi yaslayarak onunla aynı mesafeye geldim.
Parmaklarımı uzatıp bileğini kavradığım anda hızla başını kaldırıp bana baktı. Yüzünde korku dolu bir ifade vardı, ancak gözlerimle gözleri buluştuğunda korku yerini boşluğa bıraktı. Bileğini sarmış parmaklarıma baktıktan sonra kıpkırmızı olmuş dolu gözleri onunkilerden pek farkı olmayan gözlerime döndü yine.
Birden elini çekip ağzını kapattı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Gözlerimdeki yaşlardan biri akarken, bir dakika bile düşünmeden kollarımı ona sararak kafasını göğüsüme gömmesini sağladım.
Tek sarsılarak ağlayan o değildi.
Saçlarına dokundum. Mavi yaptığında dikkat çekiyor diye onu tüm herkesten kıskandığım, her fırsatta oynadığım yumuşacık saçlarına.
Biraz daha sıkı sardım. Saçlarından öptüm onu.
"Gerçek değilsin." diye mırıldandı boğuk ve acı dolu sesiyle. " Gerçek olsaydın böyle güzel sarmazdın."
Gözlerimi sımsıkı kapatıp birkaç yaşın daha yanaklarımda yer bulmasına izin verdim. Çenemi kafasına yasladıktan sonra dudaklarımı bastırdım saçlarına yeniden.
"Gerçeğim." Çenemi tekrar kafasına yaslayarak sımsıkı kapalı gözlerim ardından konuştum. "Hep böyle saramadığım için özür dilerim."
Ne oldu anlayamadan ittirdi beni ve kıpkırmızı yüzünü sinirle silerek elindeki içki şişesiyle ayağa kalktı. Hızla ayağa kalktım onun gibi. Elindeki içki şişesini yanımızdaki duvara birden fırlattığında cam parçaları büyük gürültü eşliğinde etrafa saçıldı. Ona yaklaşmaya çalıştım ancak buna bağırarak engel oldu.
"Bunlar bile işe yaramıyor artık! Unutturmak yerine bir hayalini çıkarıyor karşıma."
Hızla yanıma gelip göğüsüme güçsüzlüğü yüzünden pek etkili olmayan yumruklar bıraktı. Hiçbir şey demeden tüm siniriyle bana vurarak ağlamasını izledim acı içinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
favorite crime ✔️
Fanfiction|where do broken hearts go adlı kitabımın ikinci kitabıdır, lütfen ilk önce onu okuyun.| -jikook