Normalde Pazar günleri bizim için hareketli geçerdi çünkü ailecek
hepimizin boş olduğu tek gündü. Ama maalesef bir aydır aynı bugün olduğu gibi geçiyordu. Babam televizyon izliyor, annem yemek yapıyor ve ben de odam da öylece oturuyordum.Geçen sene bu saatlerde Jungkook'un bana yazdığı uzun yazıyı okuyup okuyup duruyordum. Büyük bir krize girmiştim, nefes alamıyordum neredeyse. Son mesajlaşmamızdı, ona "Hoşçakal" dememe bile izin vermeden engel atmıştı gerçi, orası ayrı. Geçen sene bugün benim için şüphesiz hayatımın en boktan günüydü.
Sabahtan beri müzik dinleyerek kitap okumaya çalışıyordum ancak beceremiyordum. Midem deli gibi yanıyordu, hiçbir şeye odaklanamıyordum. Telefonumu elime aldım ve saate baktım, hava neredeyse kararmıştı. Bir saat kadar sonra Min Ho ile beraber bara gider ve o içeceğe kavuşurdum. Çok az kalmıştı.
Instagram bildirimi gözüme çarpınca Stalker'ın yediği engel sonucu ordan mesaj attığını gördüm. Zamanın geçmesine yardımcı olmasını umarak mesajlara girdim.
@jimininstalkerı: O içeceği içmemelisin
@jimininstalkerı: Jimin bu konuda beni dinlemen lazım
@jimininstalkerı: İçinde uyuşturucu var
@jimininstalkerı: Francis o içkiyle beraber seni uyuşturucuya alıştırmaya çalışıyor, lütfen bana inan ve beni dinle
Kendi kendime kaşlarımı çattım, neredeyse aynı içerikten olan ve yüzde yetmiş beşi "Lütfen" kelimesinden oluşan birçok mesaj atmıştı. Bu salak ne saçmalıyordu? Filmlerde falan mı sanıyordu kendini? Annem ve babam gibi saçmalamaya mı programlanmıştı?
Francis ne kadar o gün beni kurtarmamış olsa da, benim için her zaman olabileceğinin en iyisi bir arkadaştı. Bana zarar vermeyi bırakalım, zarar vermeye tenezzül eden kişileri hep uzaklaştırmıştı.
Bradley ne kadar istisna olsa da.Bir an Stalker'a içimde koca bir nefret topu oluşmuştu. Ona ailemin bu konuda beni ne kadar kırdığını anlatmıştım, bana aynı şeyi ima ederek geliyordu. Cevap vermeye tenezzül bile etmedim ve daha fazla yazarsa görmemek adına Instagram hesabımdan çıktım.
"Jimin, yemeğe!"
Ne kadar hiç iştahım olmasa da, kavga etmek istemediğim için ve yapacak başka bir şeyim olmadığı için aşağı indim. İkisin de bakışları yüzümde bir noktada takılı kalırken, hiçbir şey söyleme gereği duymadan masaya oturdum.
Bizim yemeklerimiz hiçbir zaman böyle sessiz geçmezdi, ders durumumdan başlayıp okuldaki saçma etkinliklere kadar konuşurduk hep. Onların iş arkadaşlarıyla dalga geçerdim ve beraber gülerdik. Ancak şu on dakikadır kendini koruyan bir huzursuzluk ve ona eşlik eden çatal- kaşık sesleri dışında hiçbir şey duyulmuyordu.
Bir an karnımın içinde bir yangın çıktığını düşündüm, boğazım kurdu ve ardı ardına öksürmeye başladım. Ağzıma tek bir lokma atmadığım için boğazıma bir şey takılmış olma olasılığı yoktu, sadece ölüyor gibi hissediyordum. Önümdeki suyu bana içirmeye çalıştıklarını hissedebiliyordum ancak rahat duramıyordum, canım yanıyordu.
Babam omuzlarımdan tutunca annem de bardağı dudaklarıma yerleştirdi ve kupkuru boğazımın biraz ıslanmasını bekledim. Bu öksürüğümü kesmiş olsa da boğazımdaki kuruluk geçmemişti. Orda ne varsa birbirine yapıştırılmış gibi hissediyordum.
Sakinleştiğimde boğazım yırtılırcasına acıyordu, gözlerim doluydu ve midem deli gibi yanmaya devam ediyordu. İkisi de dehşet içinde yüzüme bakıyordu şu an, ne diyeceğimi bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
favorite crime ✔️
Fanfiction|where do broken hearts go adlı kitabımın ikinci kitabıdır, lütfen ilk önce onu okuyun.| -jikook