unrequited love.

251 28 9
                                    


  Yavaşça karşımdaki hasta yatağına yaklaştım. Güzel yüzü gözükmüyordu. Baktığım karanlık gözler beyaz bir sargıyla kapanmıştı. Kollarında sayamadığım kadar intraket vardı. Ben yaşadıklarımla savaşmak için çok uzaktayken, o burada bambaşka bir savaş veriyordu.

  Hatalığının bu kadar ilerlediğini fark edememiştim. Kendi hayatımla meşgul olacak kadar aptaldım. Belki, ona yardım edebilirdim. Bu savaş, tek başına ayakta durmak için fazla zordu.

  Üzerimdeki önlük bir başkasıyla sarınmıştı. Yaklaşmam, elini tutmam yasaktı.

"Jungkook?"

  Odada sesime cevap veren sadece monitörden gelen ritim sesleriydi. İstese de bana cevap veremezdi çünkü nefesini almakta bile zorlanıyordu. Bu eylemine yardım eden bir makine vardı, dudaklarına uzanan. Konuşamazdı.

"Beni duyuyorsan elini kıpırdat."

  Bana cevap veren tekrardan monitördü. Bir adım daha yaklaşma cesaretini kendimde buldum.

"Jungkook,"

  Titrek bir nefes dudaklarımın arasından kaçtı.

"Yalvarırım, beni duy."

  Haddimden fazla yanındaydım. Bir yabancı için fazla yakındım. Parmaklarımı ellerinin üzerinde gezindirdim. Diğer eli alçıdaydı. Bu merak ettiğim bir başka konuydu.

"Canın çok mu yanıyor?"

  Parmaklarım bu sefer alçılı eline kaydı. Düşmüş müydü? Kavga mı etmişti? "Kalbin çok mu acıyor?"

  Artık ilgi alanım hafif nemli saçlarındaydı. Kim bilir rüyasında nereden, kimden kaçıyordu. Yoksa mutlu olduğu bir yerde miydi? Parmaklarımı saçlarının arasında gezindirdim.

"Benimkisi çok yanıyor."

  Gözlerim tekrar buğulu bir camdan farksızdı. Manzaram artık bulanıktı. Bense gözlerime bu manzaraya biraz daha bakabilmek için yalvarıyordum. Tekrardan gözyaşlarıma kendilerini serbest bırakmaları için izin verdim.

  Bir tabloya tek taraftan bakmak ne kadar doğruydu? Şafak vaktini tek pencereden izlemek ne kadar huzurlu olabilirdi? Bir hasta son nefesini verirken sadece ona bir kişinin müdahale etmesi ne kadar etikti? Peki bir hikayeyi sadece bir kişiden dinlemek? Bu ne kadar inandırıcıydı?

  Ben bunların hepsini yapmıştım. Bir tabloya tek açıdan bakmış, bir hikayeyi sadece bir kişiden dinlemiştim;

Kendimden.

  Peki karşımdaki ne yaşamıştı? Bunu ne kadar düşünmüş, üstünde ne kadar kafa yormuştum? Kendimi çektiğim bu sorgu, belki de her şeyin dönüm noktasıydı, belki de her şeyin sonuydu. Ben de herkesin yaptığını yapmıştım. Bir toz tanesinden farksız olduğumuz bu dünyada kendimi başrol sanmıştım.

  Güneşin etrafında dönen dünyadan farksızdım. Kendi etrafımda o kadar dönmüştüm ki, yıllardır başımın döndüğünü bile anlamamıştım. Beni ısıtan güneşi unutmuş, kendime odaklanmıştım. Şimdiyse bu baş dönmesi, midemi bulandırıyordu.

"Burada ne işin var?"

  Hızla arkamdan gelen sese döndüm. Bu ses kulağıma hem çok tanıdık hem de çok yabancıydı.

"David?"

  Bir bahar günü, mayısta, siyah deri ceket giyecek kadar karanlıktı. İçindeki siyah tişört yıllanmışları kadar soluktu. Altındaki yırtık kot pantolon ona serseri havasını fazlasıyla sağlıyordu. Saçlarını en son ne zaman taradığına dair iddaaya bile girebilirdim.

aesthete. | LiskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin