SIĞINTI

125K 2.7K 299
                                    

"Nalin! Kimi çağırıyorum ben, nerdesin kız?" Şehriban yengenin öfkeli sesi yine bir şeylerin hıncını benden çıkaracağını gösteriyordu. Doğradığım domatesleri çalışanlara devredip ellerime su tuttuktan sonra koşarak çıktım mutfaktan. Konağın içinde değilsem mutfaktayımdır, başka gidecek yerim mi var sanki?

"Buradayım yenge. Bir şey mi istedin?" Ben her zaman duygularımı içimde yaşar, dışarıya sadece sakin tavırlar sergilerdim. Biri beni aşağılarsa asla karşı çıkmaz, dinlemek yerine yapacak işlerimin başına dönerdim ve tüm bu hareketlerim konak halkını çılgına çevirirdi.

"Sana seslendiğimde beni bağırtmadan gel yanıma." Benden nefret ettiğini tüm uvzu basbas bağırıyordu ve söyledikleri beni çileden çıkartsa da hiçbir şey söylemeden merdivenleri inip karşıma dikilmesini bekledim. Her zaman ki gibi memnuniyetsiz bakışları bedenimi baştan aşağıya süzüyor, tiksinen yüz ifadesine nefret dolu bakışları eşlik ediyordu. Benden neden nefret ettiğini bilmiyorum ancak yediğim tek bir lokma bile onun boğazına dizilecek kadar kin dolu bana karşı. "Şunları hemen alda gel. Dışarıda oyalanmaya kalkma, bir saat sonra burdasın! Hele bir geç gel bak ne yapıyorum ben sana!"

Elindeki kağıdı üzerime doğru savurunca refleksle havada yakaladım. Aslında hiç ellemeden yere düşmesini izleyip sonra da zevkle o kağıdı ezerek buradan gitmeyi isterdim ancak bazı şeyler sadece istemekle kalıyordu. Ve bu isteğim başı çekiyordu.

Şehriban yenge bana bakmaya dayanamıyormuş gibi arkasını döndüğü gibi merdivenleri tırmanmaya başladı. Elimdeki kağıda göz attığımda çarşıya gitmem gerektiğini fark ederek bende sola dönüp odama yöneldim. Çalışanların kaldığı küçük bir yer vardı ve bende onlarla birlikte orada kalıyordum. Mutfaktan geçerek arka bahçeye yöneldim ve küçük bir kulübeyi andıran eve girerek odama girdim. Üzerime hızla dizkapağımın altında kırmızı, üzerinde küçük beyaz çiçekler olan bir etek giydim. Üzerine de beyaz tişört giyerek örgü saçlarıma hiç dokunmadan sırt çantamı alarak çıktım evden. Ayağımdaki beyaz sporlarım da güzel bir uyum yakalamıştı. Buradaki kadınlara göre farklı giyinirdim ben ve bunu değiştirememişlerdi.

Ben onyedi yaşında Nalin Çavdar. Bu konakta beş yıldır kalıyordum ancak hiçbir aile ferdi beni kendinden bilmezdi. Ben hep ötekileştirdikleri, bir günah bildikleri kızdım. Burada herkes bana düşmandı. Hemde herkes.

Çavdar'lara çalışanlar bile beni bir şey sinmezdi ve ben bu duruma artık alışmıştım. İlk günden beri üç maymunu oynar, bana yapılan ve söylenen hiçbir şeyi umursamazdım. Bekliyordum. Onsekizimi doldurmayı bekliyordum ki üzerimde hak iddia edemesinler.

Hiç kimseyle göz teması kurmadan uzak olmayan çarşıya girdim. Küçük kapalı çarşıda ne ararsanız vardı ancak aylak aylak gezecek vaktim yoktu. Ki olsa bile kimsenin beni hoş göreceğini sanmıyorum. Hızlıca her zaman gittiğim tuhafiyeye girerek listeyi tezgahtara verdim. Benimle muhattap olma gereği duymadan listedekileri poşetlemeye başladı. Kadının işi bittiğinde parayı uzatıp poşetleri alarak çıktım hemen. İnsanların bana vebalıymışım gibi davranmasına dayanamıyordum. Bu yüzden dışarıya gerekmedikçe asla çıkmaz, konaktakilerle bile çok az konuşurdum. Zaten varlığıma bile zor katlandıkları için sessizliğimi hiçbiri umursamazdı.

Kapalı çarşıdan tam çıkmak üzereydim ki onu gördüm. Fıraz Şahoğlu.

Peşinde üç koruma ve yanında yürüyen bir adamla tüm ihtişamı ile bana doğru geliyordu. Doğrusu yolun tam ortasında yürüyorduk ikimizde, bu yüzden karşı karşıyaydık. Yanık teni, dağınık koyu renk saçları ve siyahı andıran gözleri ile tam karşımdaydı. Aramızda mesafe vardı ancak tam dibimdeymiş gibi korku girdi içime. O herkesin korktuğu ama saygı duyduğu adamdı. Önünde el pençe eğilen adamlara başıyla selam veriyor, bir yandan da arkadaşına bir şeyler anlatıyordu.

Aramızdaki mesafenin azaldığını fark edince hızla bakışlarımı çekerek yolun solundan yürümeye başladım. Bakışlarım ayaklarımın ezdiği zemine zımk gibi yapışmıştı. Bir milim bile kaldırmadan ilerlerken birinin omzuma çarpmasıyla geriye doğru sendeledim. Yanımdaki toka selesini yere düşürürken duvardan destek alarak zorla ayakta kalabilmiştim.

"Önüne baksana kızım!" Sesin sahibi genç bir adamdı ancak hayır, filmlerde olduğu gibi baş kahramanla çarpışmadım. Benim gibi sıradan bir adamdı ve muhtemelen serseri biriydi. Giyim kuşamı o kadar dağınık ve kir pas içindeydi ki dilenci bile olabilirdi.

"Özür dilerim." Eğilip devirdiğim seleyi düzelterek tokaları toplamaya başladım.

"Bir dahakine önüne bakarsın Sığıntı." Evet. Bana herkes böyle seslenirdi: Sığıntı. Önümdeki seleye bir tekme savurduğunda yarısını toplamış olduğum tokalar geri döküldü. Üstelik bu defa yolun ortasına kadar savrulmuştu tokalar. Bu kadarı benim için bile fazlaydı. Adam tam yanımdan geçip gidecekken bilerek kolumu uzatıp bana takılmasına neden oldum. O benim yüzümden yere düşüp yolun ortasına yuvarlanırken ben sanki hiçbir şey yapmamışım gibi şaşkınlıkla baktım adama. Ayağa kalkıp ağzımın kenarıyla özür dilerken bunu öylesine söylediğim o kadar belliydi ki! "Lan!-" Adam hızla yerinden doğrulurken karşısına dikilen başka bir adam yüzünden daha üzerime gelemeden olduğu yerde kaldı.

"Bir kadına nasıl davranman gerektiğini öğretmediler mi sana?" Bu konuşan Fıraz Şahoğlu'nun yanındaki adamdı. Adını bilmediğim adam öfkeden kıpkırmızı kesilmiş adamın karşısında dağ gibi dikilirken kimi savunduğunun farkında mıydı acaba? Sebep olduğum şeyi görmezden gelerek eğilip tekrar tokaları toplamaya başladım. Kaldırımdakiler bittiğinde yolda olanları toplamaya devam ettim. Birinin ayakucunda duran tokaya yöneldiğimde iri bir el tokanın üzerinde duran elimi tutarak bana engel oldu.

"Kalk ayağa." Başımı eğildiğim yerden geriye atarak dizlerini bükmeden üzerime eğilmiş adama baktım. Fıraz Şahoğlu. Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken panikle elimi çekip ayağa kalktım. O benim elimi tutmuştu! Adının anılması bile korkmaya yeterken o benimle temasta bulunmuştu. Dizlerim sanki beni taşıyamayacak gibi bir an sendeledim ancak hızla toparlayarak geriye çekilip başımı yere eğdim.

"Ama bunları toplamam lazım. Benim yüzümden döküldü." Kekelemeden konuşmuş olmam bir mucizeydi doğrusu!

"Yoluna git." Sözleriyle itiraz etmek için başımı kaldırıp ağzımı açmıştım ki bana öyle bir baktı ki anında ağzımı geri kapatarak arkamı döndüm ona. Yere düşen poşetleri o kadar hızlı topladım ki içinden bir şey düşmüşse bile o anki telaşla fark etmem imkansızdı.  Geldiğim yolu koşar adım geri dönerken kalbimin ağzımdan çıkacakmış gibi hızlı atması umurumda değildi.

Ara sokağa girdiğimde durup duvara yaslanarak elimi kalbimin üzerine koydum. Bütün vücudum histeri krize girmiş gibi titriyordu. Fıraz Şahoğlu'nu bizzat tanımıyor olmama rağmen ölesiye korkuyordum o adamdan. Adı dillerden dile dolaşır, şanı bastığı topraklarda durdurak bilmeden yürür giderdi. Mardin'in gelmiş geçmiş en genç Ağasıydı ve Aşiret bile ondan korkardı. Adaletli olduğunu da duymuştum ama Allah aşkına! Öz kardeşinin ölüm fermanını yazan bu adamdan hangi aklı başında insan korkmazdı?

Dilerim Allah'tan, bir daha bizi karşı karşıya getirmesin.

SIĞINTI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin