Bir aydır her sabah olduğu gibi o gün de telefonumun soğuk havayı delercesine çalan alarmı ile uyandım. İki kat yorganımın altında bu uyanışı geciktirmek için beynimde türlü bahaneler uydurmaya çalışıyordum. Lakin vakit geçmiş yaklaşan ders saati beynimi tırmalar olmuştu. Yatağımdan usulca kalkıp pencereme yöneldim. Perdeyi açınca buğulu camın üzerinde gördüğüm manzara tebessüm etmeme yetmişti sabah sabah. Bulunduğumuz köy okulunun lojmanında hatta o civarda cep telefonunun çektiği tek nokta odamın penceresi idi. Bu yüzden bütün öğretmen arkadaşlar telefonlarını getirip pencereme sigara kutusu yapıştırıp içine koymuşlardı. Bu arada telefonu eline alıp konuşmak da mümkün değildi. Kulaklıklarımız bu an da imdadımıza yetişen yardımcılarımızdı. Birinin telefonu çaldığı zaman koşup haber vermekte bana düşüyordu. Burada en avantajlı konumda olan bendim, zira oda bana aitti ve yatağa uzanarak telefonla konuşma lüksünü yaşayabilen de sadece bendim. Kablosuz bir kulaklık alarak bu keyfi iki katına çıkaranda... Telefonların üzerinde bir boşluktan dışarıyı görmek amacıyla elimi buğulu camın üzerinde sağ sol yaparak esrarlı perdeyi penceremden temizlemeye çalıştım. Dışarısı bir aydır olduğu gibi aynı görüntüyle karşıladı beni. Aylar önce yeri bir halı gibi kaplayan kar, gitmeye hiç niyeti olmayan sere serpe uzanan bir misafir gibi bana gülümsedi. İçimden, günaydın umutlar dünyasının beyaz örtüsü diye geçirirken beynim bırak şimdi hayali kahvaltı yapmazsan aç kalacaksın diye uyardı beni.