~ 8 ~

163 76 27
                                    

"Ayrılık, parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan.
Ama yine de ansızın yitirdim seni."

Nazım Hikmet

Yüreğinde acıyı gizleyen iki aşık, gecenin kör karanlığında kurşuna dizilmiş idam mahkumu misali cenazelerinin olay yerinden alınmasını bekliyordu sessizce. Öyle derin sızı vardı ki içlerinde ikisi de birbirine merhem olamıyor, ince ince kanıyorlardı. Turna, yaşadıklarını en kaba haliyle Akyel'e anlattığında ondan uzaklaşacağını sanıyordu. Ama tam aksine Akyel, ölümle yaşam arasındaki ince çizgiye tutunur gibi sarılmıştı Turna'nın bedenine. Artık kaçmamak için söz vermişlerdi birbirlerine. Bu söz, aşklarının ilk somut işaretiydi. Bundan sonra ne sır vardı aralarında ne de eksiklik. Tamamen bir bütün olmuşlardı.

Aşk, böyle bir şeydi zaten. Ciklet kağıtlarında yazanlar gibi basit ve değersiz tanımlarda değildi. Aşk, azaltmaz, tamamlardı. İçinde soru işaretleri ya da şüphe barındırmazdı. 'Seni seviyorum'ların devamına 'ama' lar gelmezdi. Kalbe sığmaz, yatağından taşan dereler gibi akar dururdu damarlarda. Saftı aşk. Su katılmamış bir çıplaklıktı. Büsbütün kendin olduğun, her seferinde kendini evinde hissettiğin huzurdu.

Turna, Akyel'i tanıdığı güne kadar, kendini ölüden farksız gördüğü, dünyaya dımdızlak yoğun bir acıyla bırakıldığına inandığı, hayatın yalnızca siyahtan ibaret olduğunu sandığı zamana kadar yani varla yok arasındaki ihtimalsizlikteydi. O kara gözleri görüp ritimsiz atan kalbi duyduğundan beri ise akrep ile yelkovan her adımında jilet gibi sıyırıyordu derisinin üzerindeki kabuklaşan katmanları. Gittikçe kendine, hayatına ulaşıyordu ve bunu yalnızca yamacında uzanan adam başarıyordu. Hiç hayal kuramamış insanlar, yaşadıkları güzelliklerin gerçekliğinden şüphe duyarlar. Turna da Akyel'in varlığına kendini inandırmak için uzun uzun yüzünü seyrediyor, eliyle yüzünün her bir yanına dokunuyordu. Sanki kendini gerçekten yanında olduğuna inandırmak istiyordu. Hayat, ondan inancını çalmıştı. O yüzden bu zamana kadar ne onun ne de kendi sevgisinin var olduğuna inanmıştı. Ama değişmişti her şey. Akyel ona öğretiyordu hepsini. Şimdi biliyordu ki; Akyel onu seviyordu ve inkar edemeyeceği diğer bir gerçek de o da Akyel'i seviyordu. Bu his anlamsız bir şekilde yüreğini ısıtıyor ve ilk defa tattığı duygular gözlerini dolduruyordu.

Akyel, Turna'nın tekrar dolan gözlerini görüp doğruldu. Yüzünde dolaşan elleri avuçlarının arasına alıp; "Yeter ağladığın, Turna kuşu. Akan her gözyaşın gönlümü dağlıyor. Sana geç kaldığımı hatırladıkça kahroluyorum." dedi.

Turna gülümsedi ona. Kafasını Akyel'in göğsüne yasladı. "Kahrolma, Deli rüzgar. Sen yazdığın notta dememiş miydin; çektiğin acı bir gün dermanın olacak diye. Ben de dermanıma, sana, kavuştum. Bunlar mutluluk gözyaşları artık."

"Bundan sonra mutluluktan bile dolmasın o güzel gözlerin. Geçmişin yükünü, kilidi açılmayacak bir kutuya koyup kaldır ömrünün raflarına. Al eline bir kağıt kalem, bugünden sonra yeniden yaşamaya başla."

Turna, tereddütle bunu yapabilme ihtimalini düşündü. Zamanında çocukluğunu yaşayamamış her insanın geleceğinden alacağı olurdu ama bunun için önce savaşması gerekiyordu. O kadar gücü olduğuna inanmıyordu. Girdiği savaştan sağ çıkabilir miydi bilmiyordu. "Başarabilir miyim gerçekten?" diye sordu küçük bir çocuk gibi çekinerek.

Bu sefer Akyel daha sert ve inançlı bir şekilde konuştu. Ona güvendiği sesinin her tınısından belli oluyordu konuşurken. "Tabi ki başarırsın! Ben sana güveniyorum. Sen yeter ki ilk adımı at."

Turna'nın özgüveni yerine geldi. Bunları Akyel'in ağzından duymak onu daha çok cesaretlendirdi. Kalbi yapabileceklerinin inancıyla çarpmaya başladı bu kez. Yanaklarındaki gözyaşlarını sildi. Evet, artık ağlamak yoktu. Akyel, onun artık gülümsediğini görünce hemen ayağa kalkıp onu da çekti yanına.

Sen Uyanmadan ÖnceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin