Anka Vadisi'nin doğum günü kafilesi Fısıltı Uçurumu'nun ziyafet salonuna vardığında şölen henüz başlamış, dört büyük klanın üçünden ve diğer irili ufaklı küçük klanlardan gelen üyeler masalarında yerlerini almıştı. Bir tek Anka Vadi'sinden temsilci yoktu fakat buna kimse şaşırmıyordu çünkü yüce Xie La'nın hiçbir davete katılmadığını, katılsa bile yüzünü kimseye göstermediğini biliyorlardı.
Fakat o sene beklenmedik bir şey oldu. Çift kanatlı, devasa kapı kıkırtılarla dolu salona açıldığında bütün herkesin yüzündeki gülümseme donmuş, ortamın ısısı aniden bir kaç derece düşüvermişti çünkü kapıdaki görevli içeriye giren kişileri Anka Vadisi'nin efendisi ve Kuğu Gölü'nün baş koruyucusu diye tanıtmıştı.
Önde gelen kişiler anlık şaşkınlığını atlattıktan sonra duyduklarından emin olmak için kapıya baktıklarında ikinci bir şok dalgasına daha maruz kaldılar. Altın işlemeli siyah kaftanı ve yüzündeki kendinden emin alaycı gülüşü ile Anka Vadisi'nin efendisi hiçbir endişe ifadesi göstermeden arkadan vuran ışığın önünde heybetle yükseliyordu. Şapkasız olarak.
Üstelik, yanında Meng Ru Hua da vardı. Meleksiliği ile bilinen, buzulların saf suyu misali tüm klanların içinde parıldayan bu kişinin, acımasızlığı ve zalimliği ile bilinen Anka Vadisi'nin efendisi ile birlikte doğum gününe katılması şüphesiz karşılaşılan en ilginç manzaralardan biriydi.
"Kimse bize hoş geldiniz demeyecek mi?" diye sordu Xie La. Sözleri muziplikten uzak bir ima barındırıyordu. Salonun içlerine doğru büyük bir kaç adım attıktan sonra bakışlarını önce klan liderine daha sonra klan liderinin hemen yanı başında yer alan Chang Wu'ya kitledi.
Salondan çıt çıkmıyor herkes birinin ilk konuşmayı yapmasını bekliyordu fakat iki adamın arasındaki gerilim o kadar belirgindi ki araya üçüncü bir kişiyi kabul etmeyecek gibiydi.
Bu yüzden kimse bir şey söylemedi. Chang Wu saklayamadığı katıksız nefretini gösterdi, Xie La ise kendini düşmanlıklarının başladığı o gecede buldu.
○
10 yıl önce...
Soğuk kış rüzgarının keskin ayazı Anka Vadisi'nin bahçesini dolaşıyor, birbirine çarpan kılıç sesleri acıyla feryat eden insanların sesi içinde katlanarak artıyor, lapa lapa yapan kar gecenin kaosuna inat usulca süzülüyordu.
Temkinli ve seri bir adım attı Xie La. Altın kabzalı kılıcını sıkıca tuttu. Kulağına dolan uğultulu çığlıkları görmezden gelerek son hızla büyük avluya inen merdivenleri geçip sola döndükten sonra aniden önüne çıkan, siyahlara bürünmüş bir bir düşmanını daha kanlar içinde yere serdi.
Ne kadar süre savaştığını, kaç kişinin son nefesini aldığını bilmiyordu. Koşar adım ilerliyor, annesinin konutuna ulaşabilme endişesi ve acelesi ile önüne çıkan her tehdit unsurunu acımasızca öldürüyordu. Sarp kayalıkları döven şiddetli bir dalga gibi. Tekrar ve tekrar...
Anka Vadisi tarihinin en kanlı gecesi olarak kayıtlara geçecek olan bu gecede Xie La'nın tek düşündüğü şey en sevdiği kişiyi kurtarmaktı.
Dağın eteklerinden zirveye doğru tırmanan o yangını, ölümle pençeleşen insanların acı çığlıklarını, gövdeden oluk oluk akıp toprağa karışan kanların tuz ve pas karışımı kokusunu ve hatta bir bebeğin tiz tonlu ağlamasını... Hiçbirini önemseyemiyordu. Tek istediği çok geç olmadan onu buradan çıkarmaktı. Bu yüzden ana konuta varana kadar içinden, 19 yıl boyunca etmediği bütün duaları etti. Eğer tanrılar ve tanrıçalar gerçekten varsa, eğer birazcık olsa merhametlilerse bu duayı duymaları gerekiyordu. Çaresizlikten gelen amansız yakarışa kayıtsız kalmamalıydılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FIND ME •yizhan•
FanfictionOna ihanet ettiğinde iki dünyada da cezalandırılacağını hiç düşünmemişti fakat sonuç buydu: Elinde yeşim taşından bir kolye, kulaklarında pürüzsüz tınıda yankılanan o ses... Bul beni!