3•Aynanın içi: Tatlı bir yalana inanmak

789 110 137
                                    

"Peki ne zamandan beri bu tarz rüyalar görüyorsun?"

Terapisti bu soruyu kendisine yönelttiğinde Yibo bir müddet duraksadı ve bakışlarını etrafta dolaştırdı. Tam olarak ne zaman başladığını kestiremiyordu çünkü en başlarda gördüğü rüyalar bu kadar gerçekçi değildi.

İlk rüyalarında belirli belirsiz bir sis bulutu gibi kafasının içinde dolaşıyor gibiydi. Ne bulunduğu mekanı detaylı olarak fark edebiliyor ne de gördüğü kişinin yüz hatlarını seçebiliyordu. Çoğunluğunu hatırlamıyordu bile. Uyandığında bir kaç tatsız his kalıyordu ama bu da dişlerini fırçalayana kadar geçiyordu.

Üzerine düşününce tüm bunlarının başlangıcının Hong Kong'dan Pekin'e geldiği gün başladığına kanaat getirdi. O gün Feiyu'nun doğum günü partisi vardı ve serseri arkadaşı kendisini ayarttığı için alkolü fazla kaçırmıştı. Birkaç gün boyunca gördüğü garip rüyaları neredeyse yaşadığı alkol zehirlenmesine bağladığını, bu yüzden Feiyu ile otelin koridorlarında ilkokul çocukları gibi kavga ettiklerini çok iyi hatırlıyordu.

"1.5 ay." diyerek yanıtladı psikoloğu. Uzun zamandır birine verdiği en net cevap bu olmuştu.

"Peki..." diye devam etti karşısındaki adam. "Bana bu rüyaların içeriğinden biraz bahseder misin?"

Yibo cevabını bildiği problemi çözen öğrenci edası ile "Hep aynı yerde geçiyor ve hep aynı kişiyi görüyorum." dedi.

"Nerede mesela? Gördüğün kişi hakkında daha detaylı verebilir misin?"

Bu soru üzerine gereksiz bir çekingenlikle duraksadı. Psikoterapiye daha önce ihtiyaç duymadığı için bunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu fakat buraya gelip oturunca tahmininden daha zorlu bir süreç olduğunu fark etmişti.

Korkutucu değildi. Kötü hiç değildi. Sadece insanın daha önce hiç düşünmediği kadar düşünmesini sağlıyordu ve en çok da kendine karşı dürüst olmasını.

"Gördüğüm kişiyi tanımıyorum. Bir sinema salonunda oturuyoruz. Ona aşık olduğumu hissediyorum. Bazen de onun bana aşık olduğunu. Bazen el ele tutuştuğumuzu görüyorum. Bazı akşamlar da onun omzuna yattığımı.. Eylemlerimiz farklılaşsa da mekan hiç değişmiyor. Aynı sinema salonunda oluyoruz, perdede aynı film oynuyor. Üzerimizdeki kıyafetlerin bile değiştiğini görmedim."

Söyledikleri çoğunlukla doğruydu fakat sözler ağzından döküldükten sonra yeni güncellemeler olduğunu fark etti. Artık hep aynı mekanda geçmiyordu çünkü önceki gece sinema salonu anlık olarak bir göl kenarına dönüşmüştü. Bu saniyenin onda birinden daha kısa sürdüğü için kayda değer bir bilgi değildi tabi.

"Anlıyorum." dedi karşısındaki adam. Yibo bunun danışanları rahatlatmak için söylenen bir kelime olduğunu hissetti. Seni anlıyorum daha fazlasını anlatabilirsin tarzında. Nitekim öyle de oldu çünkü psikolog "Seni bu rüyada rahatsız eden şey tam olarak ne peki?" diye sordu.

Yibo huzursuz ve alaycı bir şekilde belirli belirsiz gülümsedikten sonra bariz değil mi dercesine terapistine baktı. "Hayat kalitemi düşürüyor."

Psikolog kendisinin tersi bir samimiyette gülümseyince Yibo şaşırdı. "Kast ettiğim şey o değildi." dedi genç adam. "Rüyaların, yaşam kaliteni düşürdüğü için buradasın zaten. Bilmek istediğim şey her gece gördüğün bu rüyaların içeriğinde seni özellikle etkileyen, rahatsız eden bir şeyin olup olmadığı."

Kaşlarını çattı. Rüyanın içeriğindeki her şey onu rahatsız ediyordu. Bunu nasıl ayrıştıracaktı ki?

Psikoloğun beklentili bakışları ve ortamdaki sessizlik üstüne biraz düşündü. Bir kere rüyasında yabancı biri ile öpüşüp koklaştığını görmek rahatsız ediciydi. Uyanınca kendini sapık gibi hissediyordu. Ayrıca hep aynı ortamda geçmesi de sinir bozucuydu. Neden sinema salonu. Yibo sinemaya gitmeyi sevmezdi bile. En önemlisi de neden aşık olmak zorundaydı ki. Kendini o aptal durumda görmekten gerçekten nefret ediyordu.

Evet.. Genel olarak düşündükleri böyleydi ve bunları psikoloğuna söylemek için ağzını açtığında "Onun ağlaması beni rahatsız ediyor." sözleri döküldü dudaklarından ve o an söylediği şeye kendisi de şaşırdı ama niyeyse üstüne düşünmediği bu faktör çok doğru geliyordu. Evet! Doğru olmalıydı çünkü onun gülüşünü görerek uyandığı rüyalar fiziksel olarak rahatsız etse de duygusal olarak kesinlikle tatmin ediciydi ama ağladığı... Neredeyse yarım aydır rüyasındaki o adamı incinmiş bir şekilde görüyordu ve bu Yibo'nun kalbini param parça ediyordu.

Uyansa bile o kahverengi gözlerde gördüğü kalp kırıklıklarının parıltısını unutamıyordu.


Wang Yibo verimli geçip geçmediğini bir türlü anlamadığı terapiden çıkar çıkmaz kendini arabasına attı. Hastaneleri oldu olası sevmiyordu. Psikiyatrik meseleler için buraya gelmeyi hele, hiç hiç sevmiyordu ama en son başladığı yatırım projesini rüyaları yüzünden zamanında tamamlayamayınca buraya gelmenin kaçınılmaz olduğuna karar verdi.

Gördüğü rüyaların kendisini bu kadar etkilemesine izin verdiğini kabul etmemişti ilk başta çünkü bir şeylerin varlığını inkar etmek onu kabul etmekten daha kolaydı her zaman ama sonuç buydu: Shangri La otellerinin veliahtı rüyasında gördüğü bir adam yüzünden acı çekiyordu.

Kendine karşı dürüstçe kurduğu bu cümleyi bir kenara atmak için başını iki yana salladı ve arabanın motorunu çalıştırdı fakat arabanın bir panter edasıyla ileri atılmasıyla ciyaklayan lastik sesi eşliğinde durması bir oldu.

Rüyalarının, en mutlu anlarının ve en ızdırap dolu acılarının sahibi o kişi tam karşısındaydı çünkü.


Nasıl buldunuz? Son sahne ile ilgili tahminleriniz var mı?

FIND ME  •yizhan•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin