Öldür hadi...
Yapabilirsin...
Acımasız fısıltılar kafasının içinde yankılanıyor, bütün varlığı Xie La'yı öldürmesini emrediyordu.
Kararlılığı gittikçe düşen bakışlarla hala hedefine kitlenmiş bir vaziyette kaskatı duruyor, özenle hazırladığı hançer hazırda bekliyordu. "Avlanmak gibi basit bir eylem." diye düşündü Ru Hua. "Birinin yaşaması için diğerinin ölmesi, bir hayata karşılık diğer hayat..."
Tek bir atış ve sonra kurtuluş...
O garip fısıltı yine yankılanmıştı. Kurtuluş muydu gerçekten? Xie La'yı öldürmek tüm bu kaosu sonlandıracak mıydı?
Boynundan aşağı soğuk bir ter damlasının aktığını hissetti. Hançeri sıkı sıkı tutmaktan morlaşan eli ise titriyordu. Güçlükle yutkundu ve havada iki büklüm bir halde asılı duran Xie La'ya kararsızlıkla baktı. Her zaman yenilmez gibi dimdik olan bedeni acıyla kasılıyor gibiydi.
Ru Hua tarifini koyamadığı bir sızı hissetti kalbinde ama içindeki savaşı durduramıyordu bir türlü. Hem onu bir an önce öldürüp her şeyi sonlandırmak hem de bu akıştan kurtarıp eskisi gibi ihtişamla yükselecek hale gelene kadar tüm evrenden saklamak istiyordu.
Dişlerini sıktı ve acıyla hançere baktı. Bildiğini bile fark etmediği bir küfür söyledi içinden. Muhtemelen Xie La'dan öğrenmişti bunu.
Histerik bir şekilde gülmek ile ağlamak arasındaki noktada olduğunu fark edince son bir kez daha Xie La'ya baktı ve hançeri yenilgiyle aşağı indirdi. "Sabah bana gardenya çiçeği şarabı getirdi. Bugün olmaz." diye mırıldandı kendi kendine.
Nedense bu kararı alınca rahatlamıştı. Üzerinde asırlık bir ruhun yorgunluğu vardı ama kalbi huzurla dolu, vicdanı rahattı.
Ru Hua'nın Anka Vadisi'nin efendisini öldürmemeye karar verdiği için yaşadığı rahatlama uzun sürmedi. Karanlıkta çok net seçemese de Xie La'nın yüz ifadesi sirkülasyonun başındaki haline göre çok çok daha kötüydü ve bu basit bir enerji değişimi gibi gözükmüyordu.
Bir kaç adım daha atıp altın rengi çembere yaklaştığında, Ru Hua'nın tam karşısından Xie La'nın sağ çaprazından bir karaltı geçti. Ru Hua saniyelik refleks ile hazırladığı hançeri oraya fırlattı.
Tam o anda dakikalardır sessiz sessiz duran Waon acı bir çığlık daha attı, Xie La ise asılı kaldığı gökyüzünden ağır çekimde düşmeye başladı.
Kuğu Gölü'nün koruyucusu aklının çıktığını hissediyordu. Hızla onun olduğu tarafa doğru koştu ama yetişemeyecek gibiydi. Fakat beklediği gibi olmadı.
Tutmuştu.
Yere çakılmasına ramak kala ruhani gücü Xie La'yı kuşatmış, gövdesini nazikçe zemine yaymıştı. Yanına varır varmaz tek dizinin üzerine çökerek Xie La'nın bileğini tuttu ve nabzını kontrol etti. Gözleri sımsıkı kapalı, nefes alışverişi düzensiz olmasına rağmen nabzı iyiydi.
Emin olmak için ona biraz daha yaklaştı ve iki parmağını Xie La'nın boynundaki şah damarının üzerine koydu. Orada da sorun bulamadı.
Annesinden öğrendiği yöntem geldi aklına. On altı yaşlarındayken şifalı ot toplamaya gittiklerini günü hatırladı. Dönüş yolunda gezginin biri Xie La gibi rahatsızlanmış bir şekilde, ağacın altında yarı baygın yatıyordu. Tüm kontrolleri yapıp sorun bulamadığında "Kalbini dinle." demişti annesi. "Kalp kendini hemen belli eder."
Ve Ru Hua ilk defa o an birinin göğsüne yaslanıp kalbini dinlemenin ne kadar rahatlatıcı olduğunu fark etmişti. İşin ilginç kısmı ise Ru Hua başını yasladıktan hemen sonra gezginin kendine gelmeye başlamış olmasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FIND ME •yizhan•
FanficOna ihanet ettiğinde iki dünyada da cezalandırılacağını hiç düşünmemişti fakat sonuç buydu: Elinde yeşim taşından bir kolye, kulaklarında pürüzsüz tınıda yankılanan o ses... Bul beni!