Zayn, onu ilk gördüğü an kalbine saplanan bu tuhaf hissi görmezden gelememişti. Genç kadın, şimdiye kadar görmediği bir cesarete, yeteneğe ve güzelliğe sahipti ve uzun yıllar sonra, başka bir kadın ilgisini çektiği için kendisine kızamıyor, onu arzuladığı için kendinden nefret edemiyordu.Dolores Martha Wellington, adamın hayatına hiç beklemediği bir anda böylesine güçlü nasıl girdiğini bilseydi, şaşkınlıktan küçük dilini yutabilirdi. Zira adam onu henüz bir kaç gündür tanımasına rağmen, güçlü duygularını bastırmakta öylesine zorlanıyordu ki, bazen kızın yanında fazlasıyla saçmalıyordu.
Onu izlerken bir an olsun başka bir şeye bakmak, dikkatini ve ilgisini onun dışında herhangi bir şeye vermek istemiyordu. İçten içe bakışlarının kızı ürküttüğününde farkındaydı tabi. Ama onu koruyabilmek için böyle olmasını dert etmedi.
Onunla odasında kaldığında tüm gece, sandalyesini kızın baş ucundan ayırmamış, o güzel yüzünü izleyerek her bir detayını aklına kazımıştı. Ona 'Güzelliğin Portresi' adını verdi. Bayan Wellington'ın beklediği bir erkek olup olmadığını merak ederken, bu duruma istemsiz hiddetleniyor, ancak genç ve zeki bir mürebbiyenin onun gibi tuhaf ve dul bir adamla olmayacağı aklına geldiğinde bu hiddeti sönüyordu.
Parmaklarını kaybettiği aşkının tek fotoğrafı üzerinde gezdirirken, hala taktığı alyansının camın zeminine çarpan sesiyle iç çekti. "Güzel Cecilia'm."
Gözünü açtığı ilk an Cecilia'yı görmüştü Zayn. Tıpkı mürebbiyenin kalbi üzerinde yarattığı his gibiydi onunla olmak. Aşkın ne demek olduğunu ne yazık ki anlayabiliyor olmasına rağmen, şanssızdı. Karısının gülüşü, kokusu, teni.. Zamanla uçup giden herşey gibi şimdi onu da unutmasına neredeyse ramak kalmıştı. Bu düşünceyle şiddetle titredi ve gözünden akan tek damla yaşı elinin tersiyle sildi.
Ne yaşıyorken ne de ebediyete gittiğinde asla karısından başka bir kadınla olmamıştı. Ondan öncesi de yoktu üstelik. İkisi için her zaman birbirleri için yaratıldıklarını düşünmüştü. Şimdi, bu mürebbiye herşeyi tepetaklak etmek için gelmişti sanki. Zayn'i sonsuz ızdırabından alıp, bir başka ateşte yakmak için.
*
Yatağa kıvrıldığımda, bu odanın diğer odaya göre daha büyük olmasından mı kaynaklıydı bilmiyorum, koca bir boşlukta tek başıma gibiydim. Sormaya çekinmiştim ancak, bir zamanlar Bay Malik'in karısıyla bu yatağı mı yoksa başka bir yatağı mı paylaştığını merak etmeden edemiyor, yaşanmış olanlara saygısızlık ediyormuş gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.Kahvaltıdan sonra, çocuklarla biraz tarih ve dil bilgisi çalışmıştık. İkisinin de küçük fakat böylesine donanımlı olmaları beni her gün biraz daha şaşırtıyordu. Annelerini talihsiz bir şekilde kaybetmeleri onlardan bir tek anne sevgisini alıp götürmüştü sanki. Bay Malik geriye kalan tüm eksikleri kapatıyordu.
Buraya geldiğimde, çocukların herşeyine yettiğini söylerken bunun beni sadece göndermek için uydurulmuş bir kılıf olduğunu düşünmüştüm ama, bu gerçekti. Mükemmel bir babaydı. Bu düşünce ile gülümsemeden edemedim. Saçma bir şekilde bir gün hayatımda bir erkek olursa, Bay Malik gibi bir baba olmasını umuyordum.
Düşüncelerimden soyutlanmak adına usulca doğrulup bakışlarımı klasik döşenmiş, koyu renkli mobilyalarda gezdirdim. Kahvaltı masasında duyduğum o güçlü fısıltı, korkudan uyumama engel oluyordu. Bir kadına mı yoksa bir erkeğe mi ait olduğunu anlamak zordu ancak, evin hayaletleri olduğuna neredeyse inanmak üzereydim.
Bu ürpermeme sebep olduğunda düşünmemeyi denedim. Yüksek ateşim yokken alalade bir kahvaltı masasında bunu duymak komik bir şekilde beni rahatlatmıştı. En azından delirmiyor sayılırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the manor•malik
FanfictionDolores bu yerin perili ya da hayaletli olduğuna inanmıyordu. Söylentilerin iki küçük çocukla baş başa kalan kederli ve yaralı bir adamın, acısına tutunmak için yarattığı bir hikaye olduğunun farkındaydı. Tüm hakları saklıdır.