Bölüm 12 - "Fırtınalı Gece"

215 33 40
                                    


Akşam her zamanki gibi yemekten sonra, çocukları uyutmak üzere odaya çıktığımda dışarıda hava berbat denilecek kadar kötüydü.Fırtına, dışarıdaki ağaçların dallarını neredeyse kırıyormuşçasına sallarken, çıkan uğultu sesleri insanın içini ürpertiyordu. Londra'da yağmurun hiçbir zaman böylesine şiddetli yağdığını göremezdiniz. Ancak Lacock, İngiltere'den çok, başka bir iklimde başka bir ülkede gibiydi geldiğimden beri. Gökyüzü neredeyse yarılıyormuş gibi durmaksızın şiddetli şimşeklerin çakmasına şahit oluyor, rüzgar sesleri evin dış duvarlarını döverken sanki malikane tek bir şimşek daha çaksa, yıkılacakmış gibi hissettiriyordu.

Zayn'in bu gece evde olamayacağını bilmek, içimdeki huzursuzluğu arttırırken, uyumayıp onu beklemem gerektiğini hissediyordum. Yeterince karanlık olan eve elektrik sağlamak normal şartlarda da zorken, her ihtimale karşı gaz lambalarını yakarak çocukların üzerini kalın kalın giydirmiştim. Onlar uykuya çoktan dalmışlardı. Bayan Florance yan taraftaki misafir odasında, getirdiği radyodan yayılan şarkıya eşlik ediyordu. Böyle bir durumda korkmaması beni şaşırmıştı açıkçası.

Belki de, böyle fırtınalara alışıktır diye düşünmeden edemedim. Tanık olduğum ve fırtına diyebileceğim tek yağmurlu geceyi anımsadığımda, bakışlarım okuduğum kitabın sayfalarına dalgın dalgın takıldı. Annem, o gece her ikimize de birer fincan çay yaparak korkmamamız gerektiğini fısıldamış, eğer korkarsak sarılıp beraberce uyuyabileceğimizi söylemişti. Yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamayıp yataklarında mışıl mışıl uyuyan çocuklara baktım. İnsanın kardeşi olması, dünyanın en paha biçilemez duygusuydu. Eğer kardeşiniz varsa, dünyanın hangi yerinde olursanız olun güvende hissederdiniz.

Derin bir iç çektim. Göz kapaklarım ağırlaşıyor, saat ilerledikçe Zayn'in döneceğine olan inancım da azalıyordu. Zaten böyle bir havada araba kullanması doğru da olmazdı. Koltuktan usulca kalkıp, yataklara yönelmiş, ardından çocukların üzerindeki yorganları düzelttikten sonra Elizabeth'in yanına kıvrılarak kendimi uykunun kollarına bırakabilmeyi ummuştum. Elizabeth usul usul nefes alıyorken, bir meleği andırıyordu.

Annesine benziyor olmalı diye geçirdim içimden. Altın saçları, okka burnu ve yanaklarını süsleyen çillerini Zayn'den almasına kesinlikle imkan yoktu. Ancak her iki çocukta uzun güzel kirpiklerini, badem gibi ela gözlerini babalarından almıştı.

Dışarıda şiddetli bir gök gürültüsü koptuğunda, Elizabeth gözlerini aralayıp kısık sesle "Korkuyorsanız sarılabilirsiniz." demişti. Uyuyor olduğunu sanmıştım ancak sesle uyanıp, yarı uyanık bir halde kurmuştu cümlesini. Parmaklarımı etrafına sarıp onu göğsüme bastırırken, uykuya hızla yeniden daldığını belli edercesine kesik bir nefes verdi. Onu izlerken, tıpkı onun gibi gözlerim usulca kapanmış ve kendimi karanlığa bırakmıştım.

..

Gözlerimi açtığımda, başımızda diz çöken Zayn'i görmeyi beklemiyordum. Ellerini yanağıma sardığında, her zamanki dokunuşunun sıcaklığı yoktu, fırtınada araba sürdüğünü düşünerek, ellerini ısıtmak için yeltendiğimde beni durduran bakışlarında gördüğüm tedirginlik olmuştu.

"Saat kaç?"diye fısıldadım Elizabeth'in uyanmaması için. Ardından" Bu fırtınada araba sürdüğüne inanamıyorum. "diye ekledim.

" Sizden uzak kalmak istemedim. Uyan, mutfakta çay demledim, aşağıya gel. "dedi.

Ayağa kalkıp kapıya adımladığında, çocuklara göz atıp esneyerek yataktan doğrulmuş, üzerime sabahlığımı geçirerek odanın dışına peşi sıra adımlamıştım. Hala uykunun kollarında mayışık ve neler olduğunu idrak edemeyecek kadar kapalıydı bilincim. Zayn merdivenleri inerken neredeyse hiç ses çıkarmadı. Gözlerim uykulu uykulu etrafa bakarken merdiven sekisinde bir an arkama dönme isteği ile dolmuş, hızla kısa bir bakış atarak önüme dönmüştüm.

the manor•malikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin