“ Ona neden böyle bir şey dedin” Diye her ne kadar umursamaz gibi davransa da içten içe çok merak ederek sormuştu
Kai zihninde duyduğu sese beklemeden cevap verdi. “Neler yapabileceğini merak ediyorum"
“Az kaldı... az kaldı... az kaldı" diye orman yolunda yürürken durmadan sadece bu kelimeleri sayıklıyordu. Üstündeki kir ve pislik yüzünden bütün güzelliği kaçmıştı. Altın sarısı saçları rengini kaybetmek üzereydi. Yavaşça kafasını eğip kollarındaki solmuş bedene bakarken hiçbir şey söyleyemiyordu. Tek yapabildiği ona bakarken gözlerinden yaşlar akmasıydı. Bu genç kız Yunaydı ve kollarındaki kişi Chiba idi. Tam bir haftadır yollardaydı ve hiç durmadan hareket etmişti.
Akıl sağlığı artık yerinde değildi ve tek yapmak istedi kendisine verilen sözün yerine getirilmesi için elinden geleni yapmak. Bu onun için artık tek öncelikli meseleydi. Ailesi dediği her insanı kaybetmişti ve artık bu kadar acıyı kaldıramayan aklı ,daha fazla dayanamadı. Hızlı adımlarla ilerleyen Yuna bulunduğu ormanın içinden şehir kapılarını gördüğü gibi geldiğini anladı ve “az kaldı... az kaldı” diye tekrar etmeye devam etti.
Jin malikanesi şehir içinde değildi. Onlar şehirden bir kaç kilometre uzakta bulunan güney ormanlarının girişinde orta boyutlu bir kale kendilerine yapmışlardı. Ailenin çoğu orada yaşar ve kraliyete bağlı bir hayat sürerler. Güçleri kalos şehrinde elit sınıfta bulunsa da tüm krallıkta zar zor yüksek güce sahip klanlar arasında gösterile biliniyordu . Jin ailesini güçlü klan aşırı derecede kalabalık bir klan olması. Bu savaş olacağı zaman kraliyetin ilk yardım isteyeceği aile olmalarını sağlıyordu.
Tam yarım saat sonra klan kalesinin önüne Yunayı gören muhafızlardan biri mızrağını ona doğrultarak “daha fazla yaklaşma seni iğrenç dilenci yoksa ölürsün" diye bağırdı saldırı pozisyonunu alarak. Diğer muhafızlarda bu emir üzerine hemen dilencinin etrafını kuşattı ve ellerindeki mızrakları ona doğrultarak tetikte beklemeye başladılar süpriz bir saldırı yapmaması için.
“NE OLUYOR BURADA" diye bağırarak çıktı kalenin içinden bir zen jin. Zen akademiden Kai ile tanışıktı yaşanan olaylardan dolayı. Zen'in sesini duyan askerler ona baktı ve muhafızlardan biri cesaret alarak “efendim bu dilenci kalenin sınırlarına girdi. Tuzak olabileceğini düşünüp etrafını sardık" diye tek seferde anlattı.
Zen karşısındaki dilenci denilen kızı ve onun kollarındaki adamı görünce beyninden vurulmuşa döndü ve hemen az mesafede olsa koşarak kızın yanına gitti ve “Kuzen... ne oldu" diye bildi sadece. Şu an gördüğü manzara onu hem sinir küpüne hem de korkutmuştu. Amcası chiba’nın saygın biri olduğunu biliyordu fakat şu an göğsündeki yarık ve cansız bedeni nasıl birinin buna cesaret edebileceğini anlamıyordu.
Yuna kafasını sağ tarafında bulunan Zen’de çevirip "Az kaldı... az kaldı" dedi sadece. Bu durum Zen’di hem endişelendirdi hem de korkuttu. Kuzeni Yuna’nın aklını kaybetmesinden endişelendiği kadar hangi caninin bunu ona yapabileceğini anlamıyordu.
“Askerler onu hemen içeriye götürün!” diye bağırdı zen. Askerlerin hem bu durumu görmesini istemiyordu hem de olanları klan liderine anlatması gerekiyordu. Askerler tamam anlamında başını salladı ve yunayı kalenin içine kadar eşlik etmeye başladılar. Zen hızlı adımlarla klan lideri olan babasının odasına giderken olanları nasıl anlatabilirim diye düşünüyordu. Kapının yanına gelen zen kendine biraz çeki düzen verdikten sonra yavaşça kapıyı çaldı. İçerden “gel” diye bir ses duyması ile kapıyı açıp içeri girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAO MUHAFIZI
FantasyKan kokusunun hava da net bir şekilde alındığı geniş bir ovada iki kişi hâlâ çarpışmakta idi. Etrafta sayısız ölü cesetler ve toprağı kırmızıya boyamış kan bulunuyordu. '' NEDEN... NEDEEEN'' Dedi. İhanete ilk kez uğramamıştı ama bu en acı vereni o...