Arctic Monkeys - Do I Wanna Know
BÖLÜM 2: MAHVEDİLEN BİR AKIL SAĞLIĞI
Saat dokuza on kala bana attığı konumun önündeydim. Karşımdaki koca ve şatafatlı evin bahçesine girip kapısına doğru ilerledim. Tam da ondan beklenildiği gibi böylesine kusursuz ve denize sıfır evde yaşaması gerekirdi zaten.
Zili çaldıktan sonra bir süre bekledim fakat açan kimse olmadı. Zile bir kez daha bastım ama bu kez parmağımı uzunca bir süre orada tutmuştum. Saat dokuz dedi diye beni on dakika kapıda bekletecek potansiyeli vardı şerefsizin.
Bir süre sonra içeriden bir şeyin düşme sesi gelince elimi basılı tuttuğum zilden çektim. Demek ki yaşayan bir canlı bulunuyordu ve dikkatini çekmeyi başarabilmiştim sonunda.
Hemen ardından kapı çıplak bir Uygar tarafından açıldığında bir an öylece kalakaldım. Sorasında gözlerim onun bu şekilde karşıma çıkmasıyla kocaman olurken aleti bir de yetmiyormuş gibi Everest'e tırmanmıştı. Hızlıca ellerimle gözlerimi kapatıp, "Herkese kapıyı böyle mi açıyorsun sen!" diye çığlık atarcasına bağırdım.
"İşimi böldün çünkü," dedi normal bir ses tonuyla. Ona inanamıyordum. Beni bu görüntüye maruz bıraktığına inanamıyordum. Nerede yaşıyorduk biz? Bu kadar da açık olmaya gerek var mıydı? "Senin geldiğini biliyordum ayrıca. Yoksa bu kutsal parçayı herkesin görmesine izin vermem." Gözlerimi ellerimle kapatmış olmama rağmen alay dolu gülüşünü resmen görebiliyordum.
Geri zekalıydı işte.
Tam bir geri zekalı.
"Git ve tamamla o zaman!" diye çığırdım sinirle. Onu göreli yalnızca birkaç saniye olmuştu mu ama anında sinirlerimi tepeme çıkarmıştı.
"Hayır, tadım kaçtı. Geç içeri, üzerimi giyinip geliyorum."
"Burada bekleyeceğim," derken kafamı diğer tarafa çevirip kollarımı göğsümde bağlamıştım. Hiç mi utanması olmazdı? İnsan bir çekinir, kapının arkasına falan saklanırdı. Ama yok malını mülkünü şak diye masaya vuracaktı illaki.
"Nereye koyduğumu bilmiyorum, biraz uzun sürebilir." dediğinde kaşlarımı çatarak ona döndüm.
"Ne demek nereye koyduğumu bilmiyorum?" Hayret eder bir şekilde söyledim. "İnsan bari bir köşeye özellikle bırakır bu akşam bunu alacak insan gelecek diye!" Ben de masum masum defterimi kapıda alır ve giderim diye düşünüyordum. Sorumluluk duygusu ne gezerdi ki bu adamda? Tabii ki işi yokuşa sürecekti.
"Geç içeri sen de ara. Ne diye bu kadar abartıyorsun? Buluruz herhalde, yürüyüp gidecek hali yok ya." Sinirli bakışlarımı ona çevirdim. Sinirden kıpkırmızı olmuştum muhtemelen ama onun bu halleriyle uğraşmak istemeyecek kadar yorgun hissettiğimi fark ettim.
"Lütfen," dedim, bıkmış bir ses tonuyla. "Sadece defterimi alıp gitmek istiyorum."
"Tamam, geç salona bak. Ben de odama bakacağım." Arkasını dönüp merdiveni çıkmaya başladığında gözüm bir an için çıplaklığına kaysa da hızlıca gözlerimi oradan çektim ve bodoslama bir şekilde içeriye daldım. Salonu bulduğumda yine bir küfür dökülmüştü dudaklarımdan. İkinci Dünya Savaşı burada yapılmış olmalıydı çünkü bu kadar karışık olmasının başka bir açıklaması olamazdı.
İlk iş koltuğun üstünü aramış ardından yerdeki yastıkları kaldırarak altlarını kontrol etmiştim. Bulabileceğim her yeri arasam da karşıma hiçbir şey çıkmadı. Hızımı alamayarak halının altına falan da baktım ama deftere dair bir iz bile yoktu.
O sırada merdivenlerden birinin indiğine dair ses geldiğinde hevesle oraya döndü bakışlarım ama bir kızın hiçbir şey demeden doğruca dışarı çıktığını gördüm. Gözlerim kısa bir an kızın üzerinde gezinse de tanıdık olmadığını anlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hep Sonradan Köpürdü Dalgalar ✘ gay
Ficção Adolescente❝how could i hate him if he's such an angel?❞ [dört aralık, iki bin yirmi] ©vQuatris