The Weeknd - Starboy
BÖLÜM 3: BEKLENMEYEN İADE
Birkaç saatlik uykunun ardından uyanıp bugün derslerimiz olmadığı için erken saatlerde doğruca kütüphaneye gitmiştik. Deniz'i gören dünkü çocuk ona endişeyle bakarken benim salak arkadaşım ona gülümseyerek el sallamakla yetinmişti. Biz yürürken gözleri bir şey olacak mı diye merakla bizi izliyordu. Eh, hakkı da vardı.
Dün ne amaçlarla aldığımız o numaranın hiçbir işe yaramamış olduğu düşüncesi aklıma geldiğinde ellerimi yumruk yapmıştım. Uygar şerefsizi yine yapacağını yapmış ve ağzıma tükürmüştü. Daha öncesinde ona olan nefretim tamamen uzaktan gördüğüm şımarıklığından kaynaklanıyordu.
Bu okulda sözünü geçirebiliyor olmasının tek nedeni ailesinin ülkenin en zengin aileleri arasında yer alması ve okulumuzun isminin Yazgı Üniversitesi olmasıydı. Tamamen zamanında dedelerinin inşa ettiği bu zenginliği sanki hak ederek kazanmış gibi davranıyordu.
Okulun sahibi kendisiymiş, evet dolaylı yoldan öyleydi belki ama bu ona buradaki herkese onun hizmetçisiymiş gibi davranma hakkını vermiyordu. Zengin bir ailede doğmak da yakışıklı bir yüze sahip olmak da onun başardığı şeyler değildi. Ama sırf bu iki nedenden dolayı egosundan geçilmiyordu. Sınava girmediği için dersinden geçirmeyen hocayı bile okuldan attıracak kadar karaktersiz bir insandı. Çünkü bu okulda istediğinin olmadığı tek bir şey bile yoktu.
Siktiğimin tek bir şeyi.
Herkesin ona tapmasının da sebebi buydu.
Bu düzenden nefret ediyordum. Ve bu düzenin sebebi olan Uygar'dan da bu yüzden nefret ediyordum.
Ama artık işler değişmişti. Genele dönük olan nefretim şu an tamamen kişiselleştirilmişti. Ve bu nefret öncekine oranla çok daha yoğundu.
En arkalarda bir yere geçip yerleştikten sonra saatlerce oradan kalkmamıştık. Öğle vakti geldiğinde Deniz bana yemek yemek isteyip istemediğimi sordu. İkimiz de sabah kahvaltı yapmak yerine muz yemiştik ama nedense ben kendimi pek aç hissetmiyordum.
"Sen ye," diye fısıldadım. "Ben aç değilim." Kafasıyla beni onaylayıp ayağa kalktı. O gittiğinde yeniden önümdeki sayfalara dönmüştüm. Çok geçmemişti ki telefonuma mesaj geldiğini belirten titreşmeyi hissettim. Cebimden çıkarıp mesaja baktığımda sandığımın aksine mesaj Deniz'den gelmemişti. Hatta asla mesaj atmasını beklemediğim bir insan müsveddesinden gelmişti.
A: Neredesin
Bir süre mesaja baktım. Onu düşünmekle bile yeniden sinirlerim tepeme çıkmıştı. Ne diye nerede olduğumu soruyordu ki? Hangi yüzle? Daha ne yapacaktı?
Cevap vermekle vermemek arasındaki ikilemde sürüklenirken zaten cevap vermediğimi fark etmiştim. Bu nedenle de ekranı kapatıp telefonu masanın üzerine bıraktım. Şu an okuldan herhangi biri Uygar'ın bana mesaj attığını ve benim ona cevap vermediğimi duysa bu duruma kıçıyla gülerdi. İstisnasız herkes. Kendisinin bile bu duruma inanamıyor olduğuna emindim. Haşmetli Uygar efendilerine cevap vermeyecek bir canlı olabilir miydi bu dünyada? Olmamalıydı çünkü o her şeye sahipti.
Kısa bir süre sonra telefonun ekranı gelen mesajla parıldadı.
A: Sana vermem gereken bir şey var
Bana ne verebileceği ne olabilir ki diye düşündüm birkaç saniye. Dün evinde bir şey mi unutmuştum? Sanmıyordum ama o sinir anıyla farkına varmamış olabileceğim bir şey olabilirdi. Ne diye bana verme derdine düştüğünü de anlayamamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hep Sonradan Köpürdü Dalgalar ✘ gay
ספרות נוער❝how could i hate him if he's such an angel?❞ [dört aralık, iki bin yirmi] ©vQuatris