Yaşamak, içindeki umutsuzlukla birlikte garip bir umuttur. Bu karanlıkla aydınlık arasındaki ince sınırda, ben, belki de başka bir dünyadan sıyrılarak bu dünyaya adım attım. Benim adım Lidya. Ben, karanlığın en derin köşelerinde saklanan, çoğu insanın karşılaşmak, hatta sadece düşünmek bile istemediği şeytani varlıkların yansımalarıyla yüz yüze geldim. Bu, geçmişimden kalan en karanlık miras. Biraz kendimden bahsetmem gerekirse; 17 yaşında, Mardin kökenli ama İstanbul'da büyüyen bir kızım. Ancak İstanbul, sadece fiziksel varlığımın bulunduğu yer. Ruhum, zaman zaman Mardin'in eski ve gizemli köylerinde, ormanların ve dağların arasında kayboluyor. Geceleri, bilinmezlerle dolu karanlık rüyalarım, bana bu dünyadan çok daha eski ve gizemli bir dünyanın kapılarını açıyor. Bir bilgi paylaşayım: Haftaya Cuma, sadece doğum günüm değil, aynı zamanda okulumun son günü. Bu durumda yüzümde buruk bir gülümseme beliriyor. Çünkü liseden sonra üniversiteye gidemeyeceğim. Gideceğim yerse, dedemlerin yaşadığı, her köşesi esrarla dolu Mardin'in bir köyü. O köyde, dedemlerin tepedeki eski taş evi, yaşadıkları köyü gözetleyen soğuk bir göz gibi duruyor. Ve ben, o evin eski duvarlarında gizlenen sırlarla tanışmaya hazırlanıyorum. Şu an yazdıklarım, neşeyle başlayan ama sonu belirsiz olaylar silsilesinin sadece başlangıcı. Şimdi, bu defteri, tepenin en yüksek noktasında, harabelerin arasına bırakıyorum. Bir gün, biri bu günlüğü bulacak; belki tek başına okuyacak, belki de dünyaya açacak. Ama unutma: Bu hikaye, yaşanmış bir olaydan esinlenmiştir. Dikkatli okumalar dilerim.
15 parts