14- BİLİNMEZLİKLER ÇEMBERİ

50 22 2
                                    


Mira' dan

Can tekrar kıpırdanmaya başladığında gözlerimi kapatıp uyuyor taklidi yapmak gibi bir akıllılık yapmadım. Tam tersine bakmaya devam ettim. Ona baktığımı görünce hem şaşırmış hem hoşuna gitmiş gibi gülümsedi.
- Sen hiç uyumadın mı?
- Hayır.
- Ne yaptın o kadar saat? Sıkılmadın mı?
- Hiç sıkılmadım. Çünkü seni izledim.
Dedim. Gülümsedi ama öyle böyle değil, çok tatlı gülümsüyor. Gülüşünü sevdiğim yaa! Ayy neler saçmalıyorum ben? Gerçekten aşk bu muydu? Buysa çok güzel bir histi bu. Neyse bunları düşünmeyi bırakmalıyım.
- Ne oldu, şaşırdın mı?
- Evet.
- Şaşırma. Daha çok izleyeceğim seni.
Dedim. Utanma sırası ondaydı galiba çünkü gerildiğini görebiliyordum. Ona kıyamadığım için konuyu değiştirmeye çalıştım.
- Tamam tamam seni daha fazla utandırmayayım.
Dedim gülerek. O da yanıma gelip yanağımı öptü. Yaaaa! Canım benim. Çok seviyorum seni. Bunu söze dökmek daha iyiydi.
- Seni sevdiğimi daha önce söylemiştim değil mi?
- Evet söylemiştin ama bir kere daha söylesen hiç fena olmaz.
- Madem söylemiştim sonra söylerim.
Dedim ama keşke söylemeseydim. Yine morali bozulmuş gibiydi. Tam arkasını dönüp gidecekken elini tuttum ve yataktan çıkıp ayağa kalktım. Yavaş yavaş arkasını döndü, yüzümü ellerinin arasına aldı.
Dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. Ayrılınca da kulağıma fısıldadı.
- Sen söylemesen de ben söyliyeyim. Seni seviyorum Mira Soysal.
- Bir dakika ya bu işte bir yanlışlık var. Ben sevgilimin soyadını neden bilmiyorum?
- Sevgilinin soyadı Demirkan.
- Şimdi oldu. Ben de seni seviyorum Can Demirkan.
Tabii bunları söylerken benim kalbim çıkacak gibi atıyordu. Derin bir nefes aldım ve sıkıca sarıldım. Çok mutluydum. Ama başıma birden bir ağrı girdi. Acıdan kaşlarım olabildiğince çatılmıştı. Tabii Can bunu farkedince nedenini sordu.
- Güzelim ne oldu, niye çattın kaşlarını?
- Hı?
- Niye çattın kaşlarını diyorum.
- Yok bir şey, başıma birden ağrı girdi de o yüzden.
Hemen beni kolumdan nazikçe tutup yatağa geri yatırdı. Üstümü de örtüp birazdan geleceğini söyleyerek odadan çıktı. İstemsizce kapandı gözlerim. Göz kapaklarımın ardında dört kapı belirdi birden. Arkasından yükselen çığlıklar tanıdıktı. İlk kapıdan Deniz' in, ikinci kapıdan Ceren' in, üçüncü kapıdan Ela' nın ve son kapıdan benim sesim geliyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışırken kapıların hemen karşılarında gördüklerim yutkunmama sebep olmuştu. Can, Bulut, Alp ve Burak kapıların önlerinde duruyordu. Sonra kapıları açıp içeri girdiler. Çıktıklarında ise her birinin kucağında birimiz vardık. Ama hepimiz kan içindeydik. Neler oluyordu böyle? Bunlar gerçek olamazdı.
Korkudan bir anda çığlıklar atarak gözlerimi açıp yerimden sıçradım. O ara Can ve doktor yanımdaydı.
İkisi de bana endişeli gözlerle bakıyordu. Doktor benim hâlâ sakinleşmediğimi anlayınca hemen bir iğne yaptı. İstemeye istemeye gözlerim kapandı ve tekrar zihnim bir karanlığa uyandı. Yine karanlık bir yerdeydim ama bu sefer sadece ben vardım. Hiç kimse yoktu yanımda. Etrafıma büyük bir sakinlikle bakmaya çalıştım. Burası bana hiç yabancı gelmiyordu. Etrafıma bakmaya devam ettim ama karanlık olduğu için hiç bir şey göremedim. Kalp atışlarım hızlanıyor, nefes alış-verişim sıklaşıyordu. Burası içime büyük bir sıkıntı veriyordu fakat ne olursa olsun buranın neresi olduğunu bulacaktım. O ana kadar farketmediğim bir şey farkettim. Burası üstü açık bir yerdi. Yani tavanı yoktu. Gökyüzü eşsiz bir şekilde parlıyordu. Yıldızların bu güzel şölenini izlemek beni sakinleştirmişti. Ama garip bir şey vardı. Gökyüzü bu kadar parlak olmasına rağmen neden benim etrafım hâlâ bu kadar karanlıktı. Abarttığımı düşünebilirsiniz ama gerçekten burası en ufak bir ışık bile geçirmiyordu. Zifiri karanlık dedikleri bu olsa gerek diye geçirdim içimden. Sorun da buydu zaten. Etraf zifiri karanlık olduğu için gözlerim karanlığa alışamıyordu. Hem etrafımdaki sesler de zaten konsantre olmama izin vermiyordu. Etrafımı incelemeyi bırakıp sesleri duymaya çalıştım. Seslerin o karanlıktan değil de gerçek dünyadan geldiğini anlamam uzun sürmedi. Konuşan kişilerden biri doktordu. Bir de arada sırada soru soran Candı.
- Nesi var doktor bey? Niye böyle oldu birden?
- Normal aslında. Kabus görüyor sadece. Ama kabuslarının elbet bir sebebi var. Bilinç altında onu bu kabuslara yönlendiren bir şeyler olmalı. Eğer hastaneden çıktıktan sonra da kabuslar devam ederse bir psikoloğa danışmanızı tavsiye ederim. Tekrar geçmiş olsun. İyi günler.
Sanırım doktor dışarı çıktı. Çünkü kapının açılıp kapanma sesini duymuştum. Sesimi çıkarmadan Can' ı beklemeye başladım. Elimi avucuna aldı ve öptü. Üstüme eğilip kulağıma fısıldadı.
- İyi olacaksın güzelim. Birlikte iyileşeceğiz, birlikte ayağa kalkacağız.
Gözlerimi yavaş yavaş açmaya başladım. İlk gördüğüm şey gözleriydi. Endişe sadece sesinde değil gözlerinde de vardı. Hemen elini yanağıma koydu ve konuşmaya başladı.
- İyi misin bitanem?
- İyiyim canım. Sadece...
- Sadece ne?
- Sadece bizle ilgili bir kabus gördüm.
- Ne gördün ki?
- Boşver.
Dedim. Dediğime karşılık sıkıntıyla derin bir nefes aldı.
- Doktor bana kendini iyi hissettiği zaman çıkabilirsiniz dedi.
- Tamam. Zaten yanımda eşyam da yok. Kalkmama yardım eder misin?
- Gel güzelim.
Dedi ve kolumdan tutarak yavaşça kaldırdı beni. O an bir şey fark ettim. Ben bir gün boyunca kıyafetlerimle uyumuştum ve bundan hiç rahatsız olmamıştım. Galiba Can' ın varlığı bana her şeyi unutturuyordu. Neyse bunları sonra da düşünebilirdim. Yavaş yavaş dışarı doğru ilerledik. Can beni arabaya yavaşça bindirdi kendisi de bindi ve arabayı çalıştırdı. Yola çıkalı beş dakika olmuştu. Kimse konuşmuyordu ama bu sessizliği ben bozdum.
- Nereye gidiyoruz Can?
- Kahvaltı yapmaya gidiyoruz. İkimiz de acıktık değil mi? Yoksa sen acıkmadın mı?
- Acıktım ama ben seni yemeyi planlıyordum.
Dedim gülümseyerek. Bu dediğim hoşuna gitmiş olacak ki kıkırdadı. Hayranlıkla izledim onu. Her hareketini ezberlemek oldu o anki dileğim. O yüzün solmasını hiç ama hiç istemiyordum. O yüzden biraz daha gülmesini istedim Allahtan. Onun bir bakışı nefes almamı sağlıyorken kalbinde olmak kim bilir nasıl bir şeye bedeldi benim için. İlk kez birine böyle baktım, gülümsedim, sarıldım... O benim ilk ve son aşkım olacak hissediyorum. O benim ben de onun mutluluk kapısıydım. İşin zor kısmını halletmiştik yani ilk adımı atabilmiştik. Sonrası nasıl olacak bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa o da Can yanımdaysa üstünden gelemeyeceğim hiç bir engel yoktu. Eğer onun için bir savaş vereceksem benim cephanem kalbimde ve aklımda yeri olan sevgilimdi. İşte bu her şeye değerdi. Birden araba durdu galiba gelmiştik. Can arabadan indi ve benim kapımı açmaya geldi. Elini bana uzattı. Elini tuttum ve arabadan indim.
- Ne kadar incesiniz!
- Teveccühünüz efendim. Buyrun.
Dedi bana yol verirken. Gülüşerek beraber çok güzel bir yere girdik. Öyle lüks bir yer değildi. İşin o yönünü çok sevdim ya zaten. Lüks yerlerden pek hoşlanmam ben. İçeri girdiğimiz an dışarının bunaltıcı sıcağından iz yoktu. Onun yerine serin temiz bir hava vardı. Ağaçlıklarla kaplıydı. Çok güzel samimi bir ortamı vardı. Kim bilir akşamları ne kadar güzeldir? Bu fikri Can' a sunmaya karar verdim.
- Aşkım buraya akşamları da gelelim mi? Kim bilir akşamları ne kadar güzeldir.
- Evet biz hep gelirdik akşamları.
- Biz derken?
Kaşlarım çatılmış, gülüşüm sönmüştü.
- Biz işte. Ben, Bulut, Alp ve Burak.
- Haa o anlamda biz.
- Niye sen ne sandın ki?
- Hiiiç. Hiç bir şey sanmadım.
Dedim. Durdu ve beni kendine çevirdi. Konuşmaya başladı.
- Senden önce hiç bir kızı buraya getirmedim. Getirdiğim ilk ve tek kızsın.
- Yani şimdi...
- Sen benim ilk ve son sevgilimsin Mira. Benim seninle paylaşmadığım hiç bir şey olmayacak. Bu da sadece onlardan biri.
- Kim bilebilirdi ki beni yangından kurtaran kişiye aşık olacağımı? Felaketten doğan bir aşk. Anlamak zor...
- Belki de anlamamalıyız Mira. Belki de bu aşk denen şey koca bir bilinmezliktir.
- Sen varken benim için bilinmezlik yok ki Can. Bak bilinmezlik dediğin aşkı anlattın bana. Ben aşık olunca her şey anlamını yitirir sanırdım. Meğer aşık olmak her şeyin anlam kazanmasıymış, bunu anladım.
Dedim. Birbirimize sarıldık sonra da el ele bir masaya geçtik. Can Akif abi diye çağırdığı birinden bir şeyler istedi. Adam biraz yaşlıydı ama yaşına göre iyi görünüyordu. Belli ki Can' ı da çok seviyordu. Ayrıca beni Can' ın yanında görünce bayağı şaşırmıştı. Can' ın dediği gibi onlar dışında kimse gelmediği için adam şaşırmakta haklıydı. Akif abi yanımıza geldi ve konuşmaya başladı.
- Oo! Can, evladım sen bizimkiler dışında kimseyi getirmezdin. Ne oldu sana böyle?
- Aşık oldum be Akif abi.
- Yaa! Kızımız da pek güzelmiş. Adın ne kızım?
- Mira, efendim.
Dedim elimi Akif abiye uzatırken. Elimi sıktı ve şöyle dedi.
- Bana Akif abi de. Sen de artık benim bir evladım sayılırsın. Hem, Can seni buraya getirmişse çok güveniyordur. Kıymetini bil, kimseye kolay kolay güvenmez.
Dedi sıcak bir gülümsemeyle. Çok sevmiştim Akif abiyi. Ama söylediği bir şey kafama takılmıştı. Neden Can için "Kimseye kolay kolay güvenmez." demişti? Can' ın kimseye güvenmemesi için bir sebebi mi vardı? Yok canım, ben de yani, abartıyorum. Neyse bu konuyu ayrıca konuşurum.
- Yaa!
Demekle yetindim sadece. Galiba o sözlere takılmıştım. Can, neyim olduğunu sorarcasına koluma dokundu. Bense başımı yok bir şey anlamında salladım sadece. Konuyu kapatmak istercesine kahvaltıya başladım ama Can' ın bakışlarının hâlâ üstümde olduğunu hissedebiliyordum. Kahvaltı boyunca ikimiz de konuşmadık. Sanki bir şeylerden kaçıyor gibiydik. İçimden bir ses boşver diyordu ama ben böyle şeyleri boşveremeyecek kadar meraklıydım. Nedenini er ya da geç soracaktım. Ama şimdi değil. Şimdi zamanı değildi. Kahvaltımızı edip mekandan çıktık. Arabaya binince telefonumu çıkarıp Ceren' i aradım. Telefon ilk çalışında açıldı.
- Mira!
- Ceren evde misin?
- Evet evdeyim. Bana mı geleceksin?
- Evet, bu hâlde eve gitmek istemedim.
- Ben evdeyim, bekliyorum seni.
- Tamam, yarım saate oradayız.
- "Oradayız" derken?
- Can da yanımda.
- Yaaa! Neyse buraya gelince her şeyi konuşuruz en ince ayrıntısına kadar. Hadi bekliyorum bay.
Dedi gülerek ve kapattı. Telefonumu kulağımdan indirip Can' a baktım. O da bana bakıyordu zaten. Söze ilk o girdi.
- Ne oldu? Niye benden bahsettiniz?
- Ben geliyoruz dedim o da işte çoğul kişiyi sordu. Can da geliyor dedim. Öyle işte...
Dedim. Daha fazla konuşursam ağzımdan bir şey kaçıracaktım. Bir insan sevgilisinden neden bu kadar şey saklar ya? Ben saklıyorum işte off!
- Güzelim ne oldu, nereye daldın böyle?
- Hı? Ha hiç bir yere dalmadım. Sana öyle gelmiş.
Dedim yalan söyleyerek. Halbuki tüpsüz dalış gerçekleştirmiştim az önce(!) Saçmaladığımın farkındayım ama eğer saçmalamazsam deliririm herhalde. Neyse iç sesimle sonra sohbet ederiz artık. Can' a döndüm. Ama açacak bir konu bulamadım. Can bunu farkedince arabayı sağa çekti. Ben nedenini soracağım sırada konuşmama izin vermedi.
- Sor.
- Ne?
- Sor, merak ettiğin şey her neyse sor rahatla.
İç çekip konuşmaya başladım.
- Peki. Akif abi kıymetini bil kimseye kolay kolay güvenmez dedi ya ona takıldım. Yani sanki bir şey yaşadığının için kimseye kolay kolay güvenmiyorsun.
Benden daha fazla sıkıntı dolu bir iç çekti.
- Evet öyle. Kolay kolay kimseye güvenemiyorum.
- Nedenini sormayacağım. Belli ki kötü bir anın var. Sen istediğin zaman anlatırsın.
Gülümsedi, minnet dolu bakışlarla baktı bana.
- Bazen gerçek misin diye sorgulamıyor değilim.
- Niye ki?
- Böyle birini bulabilmem imkânsız geliyor bana. O yüzden.
- Ama ben gerçeğim.
- Evet gerçeksin ve iyi ki benimlesin.
- Şimdiye özgü değil bu. Ben hep senin yanında olacağım.
Yaa! Canım benim seni ne kadar sevdiğimi bir bilsen. Bir de o gülüşü yok mu beni mahvediyor. Öyle içten gülümsemişti ki o an, alıp kalbimin içine sokmak ve onu orada saklamak en büyük dileğim oldu. Onu benden başka kimse göremesin, duyamasın, sarılamasın, öpemesin istedim. Kalbim onun için atıyorsa bunu hissetsin istedim. Onun için var olduğumu bilsin istedim. Ben sadece aşkımı bilsin istedim. Sizce çok şey mi istiyorum?

GÖKYÜZÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin