Pazar günleri herkes için farklı bir anlam taşırdı. Benim içinse pazar cimri üniversitemin verdiği krediyle yetinebilmek için kılı kırk yararak hayatta kalmama yetecek yiyecek stoklama günü idi. Marketlerde poşete para vermemek için sırtıma taktığım çantamla sokaklara düşmüştüm bu yüzden. Dışarısı her ne kadar yağmıyor olsa da sisli ve soğuktu. Ama bunu seviyordum. Zengin olsam sıcak çikolatamı elime alır, şöminemin yanında bacak bacak üstüne atıp, vogue dergimi okurken sisli ve yağmurlu havanın keyfini çıkarırdım. Türkiyeye dönmeyi de aklımın ucundan bile geçirmezdim ama gel gör ki zengin değildim.
Nihayet alışverişimi yaptığım dört beş marketten ilkine vardığımda kendimi kapıdan içeri atıp ciğerlerimi sıcak havayla doldurduktan sonra aceleyle reyonlara doğru koşturdum. Sabah zaten odamdan bir şey yemeden çıkmıştım. Midem beni kendi kendini sindirmekle tehdit ediyorken oyalanmak ayıp olurdu.
.
Arabamı sağa sola sürerek ihtiyacım olan neredeyse her şeyi aldıktan sonra aynı hızla kasaya koştum. Kasadaki kız beni bir süzmesinin ardından dışarıdaki havayı utandıracak bir soğuklukla ürünleri okutmaya başladı. Ben de bu arada montumun geniş cebinden paracıklarımı çıkarmaya çalışırken arkamdan başka bir müşteri kasaya yanaşmıştı.
Stres stres stres! Parayı bulamadım. Ellerimle montumun göğüs ceplerini kontrol ettim. Boştu. Ardından pantolonumun ceplerine vurmaya başladım. Yan cepler, arka cepler, dizin üstündeki cepler... Ben böyle vücudumla trampet çalarken arkamdaki müşteri ve önümdeki bitch kasiyer de baya baya bakışlarıyla üzerimde baskı kurmaya başlamışlardı.
Utançtan gözlerim dolmaya başlamıştı. Lan bir de ağlayacaktım şimdi. Rezilliğin daniskasıydım. Son bir çare çantamı çıkarıp çöp karıştıran rakun gibi içini eleklemeye başladım. Nihayet elim paralarımı içine attığım küçük poşetimi bulduğunda dünyalar benim olmuştu. Evet paralarımı poşette tutuyordum. Nedense cüzdan kullanamamak gibi bir huyum vardı. Bu sebeple genelde paralarımı ya cebimde, ya da küçük eczane poşetlerinde saklardım.
Nihayet bulabildiğim parayı tip tip bakan tavşan dişli kasiyere atarlı bir şekilde uzattıktan sonra malzemelerimi çantama tıkıştırıp kendimi marketten dışarı attım. Yaşadığım rezillikten sonra artık iki üç ay buraya uğramazdım.
Marketten çıkıp, bir iki adım ilerledikten sonra elimi çantama atıp almış olduğum snickerslardan birini çıkararak aceleyle ağzıma tıkıştırmaya başladım. Açlıktan ölmek üzereydim.
"Atlas!"
Arkamdan bir ses adımı çağırınca boşta bulunup yerimde sıçradım. O kimdi? Üniversiteden değildi inşallah. Böyle hortlak gibi ağzım çikolata dolu görse tüm kampüse yayardı allahın British bitch'i.
Ağzımdakileri tadını çıkaramadan bütün bütün yutup başımı sesin geldiği yöne çevirdim... Çevirmez olaydım.
Yüzünde manalı bir sırıtışla William bana doğru el sallıyordu. Aramızda en az dört metrelik mesafe vardı. Yani kaçmaya kalksam beni yakalayamazdı. Ya da yakalardı. Benim bacaklarım adamın zürafa bacaklarının yanında sosis köpeklerinki gibi kalıyordu. Benim üç adımla aldığım yolu o bir adımda alırdı. Bunu hesaba katarak içler dışlar çarpımı yaptığımda... 404 Error
Ben bir cevap vermeyince yerinden kalkıp bana doğru yürümeye başladı. Yandık. Şimdi onu engellediğim için leşimi kaldırıma serecekti. Tanrım... Bu genç yaşımda linç yiyip öldürülecektim.
Ben kaçamayacağımı bildiğimden korkudan irileşmiş gözlerle hazin sonumu kabul etmiş beklerken o git gide daha çok yaklaşıyordu. Nihayet yanıma vardığında kaşlarını kaldırıp elini boş boş bakan yüzümün önünde salladı.
"İyi misin?"
Kafamı aşağı yukarı sallayıp onayladım.
"Ee ne yapıyordun?"
Gözlerimi kaçırıp cevapladım.
"Alışveriş falan işte. Sen?"
"Öğle arasına çıktım."
Bu, üzerine giymiş olduğu siyah takım elbisesinden belli olan bir şeydi zaten. Sırf merakımdan nerede çalıştığını sorduğumda başıyla az ilerimizdeki gökdelen benzeri, üzerinde Credit Dauphine yazılı binayı işaret etti.
"Bankacısın yani?"
Yine o artık tanıdığım gülüşüyle başını iki yana salladı.
"Muhasebe müdürüyüm."
Oh ne güzel. Hem zengin hem yakışıklı. Kız olsam adamı kaçırmazdım.
"Öğle yemeğimde bana katılsana. Hem dünkü olaylar hakkında da konuşmuş oluruz."
Ya bunun gözü hala bende miydi? Kene gibi adam bir düşmemişti yakamdan.
"Ya şey çok güzel olurdu ama yetiştirmem gereken ödevlerim var maalesef."
Ödev aklıma gelen ilk bahaneydi. Ama görünen o ki işe yaramamıştı. Kaşlarını çatıp üzerime doğru hafifçe eğilerek homurdandı. "Yalan söylemek üzerine biraz daha pratik yapmalısın."
Ağzımı açıp protesto edecekken beni eliyle susturup devam etti.
"Gözlerini kırpıp duruyordun. Nefes alış verişin değişmişti ve ayaklarını sürtüyordun. Gördüğüm en profesyonel yalancılardan olduğunu söyleyemem."
Söylediklerini hazmetmeye çalışıp, bir yandan da bu kadar şeyi nereden bildiğini merak ederken birden elini uzatıp baş parmağıyla dudağımın kenarını okşadı. Aniden yaptığı bu hareketle bir adım geriledim. Bunun üzerine çikolataya bulanmış parmağını gözüme doğru salladı.
"Ağzının kenarına bulaşmış."
Söyleseydin keşke diyecekken adam yüzünde büyük bir sırıtışla o parmağı ağzına sokup yaladıktan sonra eliyle belime hafifçe dokunup iş yerinin garajına doğru yönlendirdi. Yüzüm, hissettiğim utanç ve öfke sebebiyle kıpkırmızı olmuştu. Bana sokağın ortasında asılıyordu. Bir iki adım attıktan sonra yürümeyi bıraktım. Beni zorla götürecek değildi ya.
Bunu görünce tutuşunu sertleştirip kulağıma eğilerek alaycı bir tonla mırıldandı.
"Hadi ama. Öğle menümde sen yoksun korkma." Ardından biraz düşünüp ekledi. "En azından bugünlük!"
..
Oy ve yorum please. Dileniyorum ulan bildigin
![](https://img.wattpad.com/cover/251159792-288-k442412.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALIAS (BXB) -TAMAMLANDI-
Action-TAMAMLANDI- *** "Engelimi kaldırmayacak mısın?" Başımı hayır anlamında sallayınca birden ciddileşen tonuyla sordu. "Neden?" Elimde kolamla arkama yaslanıp, "çünkü erkeklerden hoşlanmıyorum" dedikten sonra ekledim. "Ve sen baya baya yavşıyorsun." B...