Dikkat edelim lütfen. Kalkıp ta salak salak küfreden veya yorum yazan diğer insanlara küfürlü ve saygısız bir dille cevap yazanları görmek istemiyorum hikayemde. Yorumlara genelde karışmam, elimden geldiğince cevap vermeye çalışırım hatta. Ama ağzı bozuk, küfredince kendini bir bok sanan ergenlere sabrım yok ve artık direkt engellemeye başladım. Ne ben, ne de okurlarım kimsenin negatif enerjisine maruz kalmak zorunda değil! İyi okumalar
Gözlerimi elimde tuttuğum menüden beni yüzünde kocaman bir gülüşle izleyen adama çevirdim. Böyle bakıp durmasının üzerimde baskı uyandırdığının farkında değil miydi? Kaşlarımı çatıp dik dik baktıktan sonra menüye geri döndüm.
Bizdeki İngilizceye özentilik bunlarda Fransızcayaydı. Mesela menüdeki çoğu yemeğin adı Lé ile falan başlıyordu.
İsimlerine bakıp pek bir anlam çıkaramayınca yanlarındaki resimlere bakıp tavuk eti olduğunu düşündüğüm bir ana yemeği seçtim. Salata olarak ta gözüme en sade görünenini söylemeyi düşünüyordum. Buranın zenginliği benim fakir ağız tadıma fazlaydı. Ne kadar basit o kadar iyiydi.
Garson adam yanımıza geldiğinde ilk benim siparişimi almaya başladı. Seçtiğim ana yemeğin adını okumaya çalışıp yanlış telaffuz ettiğimde gülümseyerek doğru telaffuzunu söyledi. Kızarmıştım. Ne var yani İngilizcem bile çok iyi değilken Fransızca yazılmış yemek isimlerini nasıl söylememi bekliyordu bunlar? İki kelime Fransızca bilip millete hava atıyorlardı.
Sıra salata tercihime geldiğinde adama bana yaklaşmasını işaret edip istediğim salatanın resmini parmağımla gösterdim. Saçma sapan yemek isimlerini telaffuz etmeye çalışacak vaktim yoktu benim. Adam yanıma yaklaşıp, menüde gösterdiğim yeri görmek için eğildiğinde William'ın çatılı kaşlarının altındaki gözlerinin tıpkı bir şahin gibi adamın üzerinde oldukları gözümden kaçmamıştı.
Garson gösterdiğimi gördüğünde burnundan gülüp, 'salade verte' dediğinde ısınan yanaklarımı saklamak için başımı önüme eğdim. Her ne kadar adamın davranışlarından beni aşağılamak istediği gibi bir yargıya varmanın saçma olacağını bilsem de utanmadan edememiştim.
"Komik olan ne?"
William'ın sakin fakat hırlarmış gibi bir sesle konuşmaya başlamasıyla önüme eğdiğim başımı kaldırıp, bakışlarını garsona sabitlemiş adama döndüm. Ben bu ne yapmaya çalışıyor diye düşünürken garson aceleyle özrünü dile getirmeye çalıştığında William kendini açıklamaya çalışan adamın sesini kendi yükselen sesiyle bastırdı.
"Siktiğimin restoranında yemek siparişi etmek için Fransızca mı konuşuyor olmak gerekiyor?"
Garson kendini açıklamaya çalıştıkça William'ın sesi daha da yükselmeye başlamıştı.
"William!"
Yumruklarını sıkmış, önünde bildiğin titreyen adama her an saldıracakmış gibi durduğundan onu sakinleştirmeye çalışmak için adını seslendiğimde vahşi bir hayvanınkini andıran bakışları bir anlığına bana çevrilmişlerdi. Üzerimde belki de bir saniye bile durmamış bu bakışlar beklediğim bir şey değillerdi. Öfkesinin bana olmadığını bilmeme rağmen bu durum beni oldukça rahatsız etmişti. Bu sebeple yerimden kalkıp direkt çıkışa doğru koşmaya başladım. Korkunçtu. Ufacık bir olayı bu kadar büyütmüṣ olması oldukça gereksizdi. Öfkesi her ne kadar bana yönelik olmasa bile yaptığı ṣey beni yanından uzaklaṣtırmaya yetmiṣti. Zaten restorandaki herkese rezil olmuṣken orada oturmamın imkanı bile yoktu.
Restorandan çıktığımda telefonumu elime alıp maps'i açtım. Gerizekalı beni yurttan yayan iki saat uzaklıktaki bir yere getirmişti. Şimdi ben odama nasıl dönecektim?
Ben bunları düşünürken kolumdan tutulup çevrildim. Şerefsiz peşimden gelmişti.
"Özür dilerim."
Kolumu çekip kurtardıktan sonra yüzüne bakmadan caddeye doğru yürüdüm. Tekrar peşimden gelip bu sefer omuzlarımdan kavrayarak beni kendine çevirdi.
"Dinle biraz."
Hayır hayır hayır! Adama her şans verdiğimde işler daha da kötüleşiyordu. Artık bu tür şeylerle uğraşacak değildim. Benden umudu kesmesi gerektiğini öğrenmeliydi. Tüm hızımla göğsüne yumruğumu indirip gevşeyen tutuşundan kurtulduktan sonra kaçmaya yeltendim ancak hayvan şimşek gibi hızlıydı. Beni yeniden kavrayıp, canımı yakmasa bile kaçamayacağım kadar sert bir sekilde tutarak yol kenarındaki ağaca yasladı.
"Dinle lütfen."
Gözlerimi yüzüne kaldırdığımda ifadesinin öfkeyle dolu olduğunu fark etmiştim ancak bu benim ona baktığımı fark ettiğinde değişip yerini üzüntüye bırakmıştı.
Alnını alnıma dayayıp fısıldadı.
"Lütfen!" Traş losyonunun kokusu kitapçıda tanıştığımız o ilk günkü gibi yeniden burnumu doldurmuştu. Burnundan verdiği soluğu gece rüzgarı yüzünden buz kesmiş tenimde neredeyse güzel diyebileceğim bir his uyandırıyordu. "Seni öyle görünce... elimde değildi. Kendimi tutamadım. Özür dilerim."
Kalkıp sanki ben kendimi savunamazmışım gibi benim adıma kavga çıkarmış olması beni daha da öfkelendirdiğinden başımı çevirmeye çalıştığımdan çenemden tutup beni kendine bakmaya zorladı. Gece karanlığında, benden bir cevap bekliyormuş gibi beklentiyle beni izleyen, ışığın yokluğuyla büyümüş göz bebekleri lacivert irislerini neredeyse tamamen yutuyorlardı. İstese sadece bu bakışıyla bile çoğu kızı kendine aşık edebilecekken neden kendisini reddeden bir erkeğin peşinden koşuyordu ki? Bende bu kadar özel gördüğü şey neydi?
"Neden peşimi bırakmıyorsun ki?"
Çenemdeki elini saçlarıma doğru götürdü. Diğer elini ise belime kaydırmış, ben kendimi çekeledikçe piton gibi vücuduma sardığı koluyla beni kendine bastırıyordu. Tanrım... sokağın ortasında sikmese iyiydi!
Nihayet konuştuğunda sesi bir fısıltıdan farksızdı.
"Bilmiyorum. Sadece seninle olmak istiyorum."
Gözlerimi kapatıp derince soluklandım. Gerçi o bana bu kadar yakınken onu bile doğru dürüst yapamıyordum. Kalbim son hız atarken ne kadar denesem de ciğerlerim yeterli havayla dolmuyorlardı. Bunun sebebi tabi ki bazı saçma sapan romantik zımbırtı değildi. Hatchishakusama gibi ama onun kaslı ve daddy versiyonu olan bir adamın ıssız bir sokağın ortasında seni bir ağaca yaslamış, üzerine eğilerek saçını okşadığını düşün. Bu da yetmezmiş gibi beni sanki içine sokmak istiyormuş gibi... ya da daha doğrusu içime girmeyi amaçlıyormuş gibi(!) kendine bastırdığı gerçeği hesaba katılınca nefes alamamam aslında kulağa oldukça mantıklı geliyordu.
"Atlas!"
Adımı fısıldadığında dikkatimi tekrar kafamı delecekmiş gibi bakan gözlere çevirdim. Beni istiyordu. Bunu, sadece kelimeleriyle değil hareketlerinden bakışlarına kadar her şekilde belli ediyordu. Peki ya ben onu istiyor muydum? Onunkine yapışmış göğsüm inip kalkarken kısa süreliğine bu soru üzerine gerçekten de düşünmüştüm. Nihayet dudaklarımı aralayıp konuşmak için kendimde yeterli cesareti toplayabildiğimde sesimin mümkün olduğunca kendimden emin çıkmasına gayret etmiştim.
"Sana yeterince şans verdim zaten. Artık hayatımdan çıkmanı istiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALIAS (BXB) -TAMAMLANDI-
Action-TAMAMLANDI- *** "Engelimi kaldırmayacak mısın?" Başımı hayır anlamında sallayınca birden ciddileşen tonuyla sordu. "Neden?" Elimde kolamla arkama yaslanıp, "çünkü erkeklerden hoşlanmıyorum" dedikten sonra ekledim. "Ve sen baya baya yavşıyorsun." B...