Dün yağmış olan yağmurun biriktiği kuytulara basmamaya özen göstererek kaldırım üzerinde leyleklere taş çıkarır adımlarla ilerleyip, kendimi önümdeki dükkandan içeri attım. İçeri girer girmez yüzümü yalayan sıcak hava bir lütuf gibi gelmişti.
Soğuktan kızarmış burnumu çekip, bir iki defa öksürdükten sonra ellerimi arkamda birleştirip önümde uzanan davetkar raflara doğru ilerledim. İçerisi her ne kadar sıcak olsa da neredeyse dizlerime kadar uzanan ceketimi çıkarma gereği duymamıştım. Bunun sebebi bu halimle favori Star Wars karakterim General Grievous'a benzediğimi düşünmemdendi.
Gözüme çarpan ilk kitabı elime alıp incelerken bu düşünceme gülüp kendi kendimle alay ettim. "1. 68'lik boyumla 2 metre 20 santimlik bir robotu ne kadar da andırıyorumdur ama varya." Kitabın kapağını beğenmeyince hızla yerine geri koyup başka bir rafa yöneldim.
**
Öğrenci değişim programıyla İngiltere'ye geldiğim günden beridir bu mağaza en çok uğradığım mekan haline gelmişti. Tam bir kitap kurduydum. Ama malum pahalılığıyla ünlü bu ülkede koleksiyonuma eklemek için kitap satın alabileceğim en uygun yer ikinci elciydi. Fakirimsi züürtümsü bir şey olabilirdim. Ama aptal değildim!
"Bu sefer nasıl yardımcı olabilirim genç adam?"
Arkamdan yaklaşan satıcının sesiyle boşta bulunup yerimde sıçradım. Ardından arkamı dönüp adama bir süre boş boş baktıktan sonra "ha" diye sormamın üzerine satıcı tam dediğini tekrar edecekken "hayır teşekkürler" diyerek kitap arama işime geri döndüm. Biri bana beklemediğim bir anda bir şey söylediğinde beynim bazen kasabiliyor, denileni anlamam birkaç saniye sürebiliyor, ve yüzde yetmiş olasılıkla "ha" diye sorup sonra aynı hızla cevap verebiliyordum. Evet, oldukça tuhaf bir yaratıktım.
Eskimiş kitap kokusunun kütüphaneleri aratmadığı mağazada kitap kitap bakınıp beğenebileceğim bir şey bulma umuduyla arka bölümlere doğru ilerlemeye başladım. Günün bu saatinde mağaza genelde oldukça sakin olduğundan rahatsız edilmeksizin salına salına yürüyordum.
Birkaç dakikanın ardından önünde durduğum rafta Dean R. Koontz'un adını görünce kitabı hunharca yerinden çıkarıp adına baktım. KURBANLAR! KURBANLAR? KUR-BAN-LAR. Nefesimi tutup kitabın kapağını açarak yayım tarihini kontrol ettim hemen. 1989! Kitap benden de yaşlıydı. Her ne kadar çığlık atmak istesem de kendimi tutup elimdeki kitabı açlıkla süzerken yürümeyi sürdürdüm. Bugün şansım-
Aniden çarptığım duvarla düşüncelerim yarıda kesildi. Yüzümü içine gömdüğüm kitaptan çıkarıp, çarptığım şeyin aslında bir duvar değil de bir insan olduğunu gördüğümde utançtan ağzıma ilk gelen küfürü savurup, başımı kaldırarak önümde dikilen adamın yüzünü inceledim. Adamın yüz ifadesi sinirliden çok endişeliydi. İçimden dinleyen her kimse ona binlerce şükür yağdırıp adamı çaktırmadan incelemeye devam ettim. Kocamandı. Dövecek olsa tek bir tokadıyla dişlerimi kafa tasıma geri sokabilecek gibi bir duruşu vardı. Yani kendine çarpmama alınmamış olması büyük bir şanstı.
Gözlerimi fark ettiğim bir şeyle adamın yakışıklı yüzünden ayırıp yavaş yavaş aşağı doğru indirmeye başladım. Kalp atışım hızlanmıştı. Kendimi güçlükle zapt edebiliyordum.
Baktığım şeyi fark ettiğinde elindeki çizgi romanı bana doğru uzatıp tonundan anladığım kadarıyla gülümseyerek konuştu.
"İstersen bir göz atabilirsin."
İkinci bir davete gerek duymaksızın kitabı adamın elinden hayvanımsı bir açlıkla çekip alarak biraz önce gördüğüm şeyi doğrulamak için kapağı inceledim. Hayır! Gözlerim beni yanıltmamışlardı. Elimde tuttuğum Hellraiser'ın 1. baskısıydı.
"Bizimm kıymetlimisss! Bisimmm."
Adam türkçe konuştuğumdan doğal olarak ne dediğimi anlamamıştı. Gözlerimi çizgi romandan koparıp adamınkilere çevirdim. "Bunu alacak mıydınız?"
Adam Colgate reklamlarındaki mankenlerinkini andıran bir gülümsemeyle elimdeki hazineyi işaret edip sordu.
"Sen mi almak istiyordun yoksa?"
Görgüsüzlüğüm böyle bir anda yüzüme vurulunca kızarmaya başlayan suratımı saklamak amacıyla kafamı aşağı eğdim fakat başımı onaylar şekilde sallamadan da edemedim.
"Pekala kitap aslında bana ait." işte başlıyoruz. fakir görgüsüz ver kitabımı diyecek kesin "ama istersen sana verebilirim."
Dur bir dakika! Bana vermek mi? Yüzümde gizleyemediğim kocaman bir sırıtışla bakışlarımı lacivert gözlerine geri çevirdim. Ciddi miydi?
"Ama bir şartım var!"
Dudaklarımı ısırıp şimdi benden bilmem kaç yüz sterling isteyecek acaba diye beklemeye başladım. Acaba kitabı alıp kaçmaya çalışsam nasıl olurdu? Ama hayır. Adamın bacakları zaten boyum kadardı. Beni iki saniyede yakalar sonra iki yumrukta canımı alırdı.
"Şartımın ne olduğunu sormayacak mısın?"
Adamın sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp dudaklarımı dişlerimin arasından kurtararak şartının ne olduğunu sordum.
Yüzünde gülümsemesiyle hafifçe eğilip boğuk bir sesle fısıldadı.
"Şartım bana kitabın karşılığında telefon numaranı vermen"
###
Bacılar or Brolar, bu ilk boyxboy kitabım. Çok heyecanlıyım. Beğenirseniz lütfen commentlerinizi eksik etmeyin.
Not; Gelecekten geliyorum (40. Bölümden) ve anasını satayım efsanevimsitrak şeyler oluyor ileriki bölümlerde. Yani bu şu demek, ilk bölümü okuyup bırakmayın pliiz. Devamını da okuyun. Hadi öptüm kırmızı ışın kılıçlı Sith Leydilerim ve Lordlarım. Ben geleceğe geri dönüyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALIAS (BXB) -TAMAMLANDI-
Action-TAMAMLANDI- *** "Engelimi kaldırmayacak mısın?" Başımı hayır anlamında sallayınca birden ciddileşen tonuyla sordu. "Neden?" Elimde kolamla arkama yaslanıp, "çünkü erkeklerden hoşlanmıyorum" dedikten sonra ekledim. "Ve sen baya baya yavşıyorsun." B...