𝟓

391 56 19
                                    

Neredeyse koşarak Karin'in yanına gittim. Boş şişeyi elinden alıp, onu yerden kaldırdım. Garip bir şekilde gülümsüyordu. Oldukça zorlanarak onu tuvalete taşıdım. Karin gerçekten zayıftı, normal bir durumda onu rahatlıkla taşıyabilirdim. Ancak şu an sarhoş olduğu için tüm ağırlığını üstüme veriyordu.

Öğürmeye başlaması ile klozetin önünde diz çökmesini sağlamış, saçlarını yukarıda tutarak ona kolaylık sağlamıştım. Ayılması gerekiyordu. Bu nedenle üzerindeki iç çamaşırları haricindeki her şeyi çıkartıp, küçük bedenini duşa kabinin içine soktum.

Soğuk suyu açıp yavaş yavaş üstüne tutmaya başladım. Aniden gelen soğuk su ile kısa bir çığlık atmıştı. Biraz daha insaflı davranabilirdim. Sıcak su gelmesini sağlayan bölümü biraz çevirip, suyun biraz ısınmasını sağladım. Hala soğuktu ama en azından insanı dondurmuyordu.

Beş dakikalık kısa bir duşun ardından bedenini havluya sarmış, bir yere kaybolmamasını tembih ederek kıyafet getirmeye gitmiştim. O iç çamaşırlarını değiştirdikten sonra tişörtünü ve eşofmanını giymesine yardım etmiştim.

Şimdi ise onu yatağına oturtmuş, saçlarını kurutuyordum. İlk başta kahve içirmeyi düşünsem de zaten duş aldığı için yeterince ayıldığını, kahvenin uykusunu kaçıracağını fark edip vazgeçmiştim.

Saçlarının kuruduğundan emin olunca yatağını açmış, uzanmasına yardım etmiştim. Bende kendi yatağıma doğru ilerlerken bana seslenmesi ile kafamı ona çevirmiştim.

"Aedin, bana sarılır mısın?"

Onu kırmak istememiş, yattığı yerden sarılmıştım. O da kollarını bana dolamış ve benim gitmeme izin vermeyip yanaklarımı öpmüştü. Onun bu halleri ne kadar garip gelse de sarhoş olduğu için fazla sevgi dolu olması normaldi.

Ne olduğunu merak ediyordum. Ancak onu zorlamanın anlamı yoktu. Sadece bekleyecektim.

Karin'i taşırken oldukça yorulmuştum, erken yatmak benim için de iyi olacaktı. Üstümü değiştirip, evde giydiğim kıyafetlerimi giydim. Cam kenarındaki yatağımı açtım ve içine kırıldım.

Oldukça kulak tırmalayıcı alarmımın sesiyle neredeyse sıçrayarak uyandım. Bugün dersim sabahtı ve sabah derslerinden nefret ediyordum. Dişlerimi fırçaladım, kıyafetlerimi değiştirdim ve evden çıktım.

Açken derslerden hiçbir şey anlamazdım. Bu nedenle köşe başındaki minik kafeye girmeye karar verdim. Girer girmez aldığım kahve ve taze kurabiye kokusu pazartesi sendromumu biraz bile olsa atlatmamı sağlamıştı.

Siparişimi verip beklemeye başladım, bir kaç dakika sonra önüme koyulan kahve ve kurabiyelere karşı teşekkür edip, ücreti ödedim. Tek elimde karton kahve bardağı, diğer elimde kurabiyelerin bulunduğu kese kağıdı ve sırtımdaki çanta ile resmen cebelleşiyordum.

Tanıdık metro istasyonuna gelmem ile metroyu beklemeye başlamıştım. Beklerken kurabiyeleri bitirmiş, en azından tek elimin boşalmasını sağlamıştım. Metronun gelmesi ile içeri girdim ve boş olan tek tük koltuklardan birine oturdum.

Seul'de neredeyse herkes metro kullanırdı. Günün herhangi bir saatinde metroya bindiğinizde tıklım tıklım bir manzaraya şahit olmanız oldukça normaldi. Durum şu anda da  pek farklı değildi. Erken davranıp boş bir yere oturduğum için şükrediyordum.

Çantamdaki kitabı çıkarıp, ayracımın olduğu sayfayı açtım. Çok geçmeden kitaba dalmıştım.

İnmem gereken durağın gelmesiyle ayracı kitabın arasına koyup, kitabı kapattım. Kitabı siyah sırt çantama koyduktan sonra ayağa kalktım. Açılan kapı ile metrodan dışarı çıktım. Merdivenlere doğru ilerlerken elimdeki boş karton bardağı çöpe attım ve merdivenleri tırmanmaya başladım.

Sokağa çıkmam ile kampüse doğru ilerlemeye başladım. Kampüse varmam için 5 dakikalık bir yürüyüş yeterliydi.

Kısa süre sonra girdiğim büyük kapı ile adımlarımı karşımdaki binaya çevirdim ve dersimin olacağı sınıfa yürüdüm.

Sınıf henüz oldukça boştu. Profesörü duyabileceğim, buna rağmen çok da ön tarafta olmayan bir yere oturdum. Çantamdan defterimi çıkarıp önüme koydum.

Dersin başlamasına zaman var gibi gözüküyordu. Kulaklıklarımı kulağıma takıp telefonumdan rastgele bir şarkı açtım. Üzerime giydiğim oversize kot ceketi çıkartıp başımın altına yastık gibi koydum. Ders başlayana kadar biraz gözlerimi dinlendirmek güzel olacaktı.

Sabah olan derslerimin hepsi bitmişti. Tekrar eve dönmem gerekiyordu ancak o kadar yolu geri dönmeye inanılmaz üşeniyordum. Karin dünyadaki en üşengeç insanlar listesinde derece yapabileceğimi söylüyordu ve belki de bunda haklıydı.

Oflayarak binadan çıktım. Kampüs kapısına doğru yürümeye başladım. Dışarı çıktıktan sonra başımı kaldırdım. Okulun hemen karşısında oldukça büyük bir ana cadde vardı ve ezilmek istemiyordum.

Kafamı sağa çevirmem ile o tanıdık, sert bakışlı gözleri gördüm. Yüzüne bir maske takmış ve koyu kahve saçlarını bir şapka ile kapatmıştı. Onun burada ne işi vardı?

Kendi kendime omuz silktim. Ne işi olduğu beni ilgilendirmezdi. Sonuçta burası bir üniversiteydi, buraya gelmiş olması çok muhtemeldi.

Tam kafamı çevirirken göz göze geldik. İçimden okkalı bir küfür savurdum. Yanına gitmeli miydim? Ne tepki verirdi? Yanlış anlaşılır mıydım?

Ancak bunları düşünmeme gerek kalmadı. Çünkü o benim olduğum tarafa doğru geliyordu. Gülümsemeye çalıştım. Ancak becerebildiğimden pek emin değildim.

"Burada mı okuyorsun?"

Hızlıca kafa salladım.

"Hukuk fakültesinde. Sen öğrenci misin?"

"Hayır, biz online eğitim görüyoruz. Buraya bir arkadaşım için gelmiştim."

Anlamış gibi kafa salladım. Biz diyerek idolleri kastetmiş olmalıydı. Ardından ayrıldık ve metroya yürümeye başladım.

Eve varınca kendimi koltuğa attım. Karin şirketteydi, bu nedenle evde yalnızdım. Bir kaç dakika sonra kalktım ve odama ilerledim. Çantamı çalışma masasının yanına fırlatıp, üstümü değiştirdim.

Saatlerdir bir bardak kahve ve bir kaç kurabiye ile duruyordum ki bu açlıktan ölmek üzere olduğum anlamına geliyordu. Karnımın gurultusunu susturmaya çalışıp mutfağa ilerledim.

Noodle ve diğer hazır atıştırmalıkların bulunduğu çekmeceyi açıp elime gelen ilk noodleı aldım. Su ısıtıcıya su koyup, çalıştırdım. Kısa süre sonra kaynayan suyu, noodle paketinin içine ekleyip biraz bekledim. Ardından noodleım ile salona ilerleyip koltuğa yayıldım.

Televizyondan izleyecek rastgele bir şey açıp, yemeğimi yemeye başladım.

Karin'in bana seslenmesi ile derin uykumdan uyandım. Tanıdık telefon sesimi duymuştum. Ancak Karin'in yüzündeki korku dolu ifade bir şeylerin yanlış gittiğini gösteriyordu. Söylediği şeyler ile dehşete düştüm...

"Aedin! Aedin uyan! Baban arıyor!"

smoke • Watanabe HarutoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin