1

2.4K 78 44
                                    

"Eski sevgilime hava atabileceğim ve biraz hüzünlü bi kitap var mı?" Karşımdaki çakma sarışının sorusuna gözlerimi devirmemek için kendimi zorladım. Dişlerimi sıkarak yalandan da olsa gülümsedim ve elimle rafları gösterdim.
"Tabii efendim. Göstereyim." Ben kızı yönlendirirken ayı gibi Gülen en yakın arkadaşıma masanın altından bir tane geçirerek elime bir kitap aldım.

"Bu işinizi görecektir." Söylediğim şeyle düşünürmüş gibi kitabı süzen kıza baktım. En fazla 20 yaşındaydı ve saygısızdı.
"Konusu ne bunun?" Elinde tuttuğu kitabın muhteşemliğini farketmeyecek kadar genç ve cahil olmasına üzülerek nefes aldım.
"Modern klasiklerden biridir. Zweig çok önemli bir yazardır ve bu kitabında sevdiği kişiye beni asla tanımadın diyerek mektup yazan bir kadını anlatıyor." Elini çenesine koyup kitabın kapağını bir süre inceledi.

Bilinmeyen bir kadının mektubu okuduğum ilk modern klasiklerdendi. Asla anlamayacak bir kıza bu kitabı tavsiye etmek biraz saçma olsa da en azından daha çok kişinin okumasını sağlayabilirdim. Tabii gerçekten okursa.
"Yok ya, kapağını hiç beğenmedim. Ben başka birşey bakayım." Diyerek kitabı rafa gelişigüzel bir şekilde koyup kitabevinden çıktığında kitabı yavaşça düzeltip kendi yerine koydum.

Gözlerimi devirerek tezgaha döndüğümde Haneul kıkırdadı.
"Yine çok kızdın değil mi?" Başımı iki yana sallayarak onu reddettim.
"Artık insanların bu davranışlarına alıştım." O yüzden sadece birazcık kızmıştım.
İlk iş günümü hatırlıyordum da, Kore'deki ilk haftamdı ve ben dili oldukça zor konuşuyordum. Biri içeri girip kitapların fotoğrafını çekip gitmişti. Diğer bir kişiyse sevgilisine gönderme yapabileceği bir kitap istemişti. Az daha rafları kafasına indiriyordum.

Bu bir yıl önceydi tabii. Bir yılda kendimi geliştirmiş ve müşterileri dövmemeyi öğrenmiştim. Ayrıca müdür de olmuştum. Ama haneul bana pabucumun müdürü demeyi tercih ediyordu. Tarihine aşık olduğum için geldiğim ülkedeki en yakın dostumdu. Zaten iki tane arkadaşım vardı ama farketmezdi. Edebiyat okumuştum ve burada öğretmenlik yapamadığımdan kitapçıda çalışmaya karar vermiştim. Bütün hikayem buydu. Bir de arada kendi yazdığım kitapla ilgileniyordum.

Haneul isim kartını çıkartıp masaya koydu ve çantasını askıdan aldı.
"Akşam eğleniyoruz unutma. Çok üzgünüm zaten." Oflayarak da olsa onu onayladım.
"Nasıl üzgün olabilirsin bilmiyorum ama tamam. Geleceğim." Gülerek kapıdan çıktığında rafları düzeltip son kez kontrol ettim. Kapanış saati gelmişti ve benim gitmem gereken hiç önemli olmayan bir yer vardı.

Dükkanı kapatıp ellerimi pantolonumun ceplerine koyarak Haneul ile paylaştığım evimize adımladım. İşyerimize oldukça yakındı ve bu onu mükemmel bir ev yapıyordu. Ama kirası oldukça pahalıydı. O yüzden ev arkadaşı olup bölüşmeye karar vermiştik. Daha doğrusu buraya gelişimin ikinci haftasında beni buna zorlamıştı. Yine de mutluydum. Biraz yabani bir kişilik olmama rağmen benimle inatlaşıp arkadaş olmayı başarmıştı. Bu zor birşeydi.

Her hafta olduğu gibi bu hafta da sevgilisinden ayrılmıştı ama bu seferki 1 ay sürdüğünden aşk acısı çektiğini iddia ediyordu. Çamaşır değiştirir gibi sevgili değiştirmeseydi buna inanırdım. Şimdiyse inanmıyordum. Yine de arkadaşlık görevim onunla bara gitmek ve eve sağlam dönmesini sağlamak olduğu için bunu yapacaktım.

Eve girip hızlıca ona seslendikten sonra beyaz duvarlı odama adımladım. Dolabımdan barda giyebileceğim birşeyler çıkarttım. Bu da beyaz bir gömlek, dar bir kot pantolon, kırçıllı kırmızı desenleri olan lacivert bir ceket ve kırmızı converselerden oluşan bir kombin demek oluyordu. Çünkü barda aç kurtların hedefi olmak yerine arkadaşımı korumam gerekiyordu. Yapmasam söyleneceği için aynanın karşısına gelerek koca gözlerime ve dolgun sayılan dudaklarıma makyaj yaptım.
1,66'lık boyum sayesinde topuklu giymeme gerek olmadan Koreli ufak tefek arkadaşıma sahip çıkabilirdim. Çünkü 1,55lık boyuyla topuklu giyse bile ondan bir santim uzun oluyordum.

Bu beni her zamanki gibi güldürünce kendimi durdurdum. Neden güldüğümü anlayabilirdi. Bazen düşüncelerimi okuduğunu bile düşünüyordum. Ondan dayak yemek istediğim şeyler arasında sonda olduğundan kendimi dizginledim ve odamdan çıktım. Küçük salonumuza adımlarken içeriden gelen sesler kaşlarımın çatılmasına neden olmuştu. Neul biriyle bağırarak konuşuyordu. İçeri girdiğimde hızla telefonu kapatıp küçük parlak çantasına koyarak koluma girdi.

"Kimle konuşuyordun? Biri seni rahatsız mı ediyor?" Soruma gülüp beni çekiştirerek kapıya götürdü.
"Saçmalama. Beni kim rahatsız edebilir ki? İlgiye bayılırım ben." Haklı olduğundan daha fazla soru sormayıp beni o iğrenç bara sürüklemesine izin verdim.

Diğer bütün barlar gibi bunda da alkol,sigara ve ter kokusu hakimdi. Tek farkı, oldukça lüks bir yer olduğundan dolayı yukarıda bir sürü odaya ev sahipliği yaptığından bu kokulara meni kokusu da ekleniyordu. Bu kokuyu nasıl ayırt edebildiğimi bilmiyordum çünkü bakireydim. Ama sanırım neul da benimle aynı fikirdeydi. Arkadaşım adımımızı attığımız anda yerini buldu ve kendine bir içki söyledi. Köşedeki masada karşısındaki yerimi alırken ben de yalnızca meyve suyu istemiştim. Garson bana aptalmışım gibi baksa da kafasını sallayarak uzaklaşmıştı.

Bu gece arkadaşımın dağıtacağını bildiğimden birinin ayık kalması gerekiyordu. O kişi de tahmin edin kimdi? Evet. İçeceklerimiz geldiğinde arkadaşım tek dikişte bitirince eğilerek duyabileceği bir sesle konuştum.
"Abartma neul. Seni sarhoşken eve götürebilirim ama baygın olursan mümkün değil." Küçük çekik gözlerini birkaç kez kırpıştırıp omuz silkti ve gelen ikinci içeceğini de fondip yapıp ayağa kalktı. Ben de kalkacağım sırada beni zorla oturttu.
"Önünde dans edeceğim sadece." Başımı sallayarak yerimde kalıp dansçı gibi kıvırtan arkadaşımı izledim.

Eğer şanslı biri olsaydı muhakkak dans yeteneği keşfedilirdi. Ama Seoul'e çok uzak bir yerde doğup büyümüştü ve hiç böyle bir fırsatı olmamıştı. Birkaç kişi gelip birlikte dans etmeyi teklif ettiğinde neul memnun bir ifadeyle kabul edeceği sırada adamı masadaki çatalımı ona saplamakla tehdit ederek uzaklaştırıyordum. Kadın olmak hakikaten çok zordu. Akbabalar gibi başınıza üşüşen orospu çocuklarından kurtulamıyordunuz. Sonunda yorulup karşıma oturduğunda nefes nefeseydi.

"Erkekleri neden yakınımıza yaklaştırmıyorsun anlamıyorum." Dedi sitemle. Koltuğuma iyice yayılıp ona baktım.
"Bunun sebebini biliyorsun." Yüzünü buruşturarak bana katıldı. Ona herşeyi anlatmıştım. Eski sevgilim, -ki onu çok seviyordum- beni yalnızca vücudum için kullanmak niyetindeydi. Tesadüfen kartımı düşürdüğüm için kafeye geri dönmeseydim bunu asla öğrenemeyecektim. Aşık olmama rağmen onu terk etmiş ve iki yıldır da kimseyle çıkmamıştım.

Onu terk ettiğim sırada fiziğim olmasa bir hiç olduğumu ve onun için en başından beri yalnızca yatak eğlencesinden ibaret olduğumu söylemişti. Kalbim öyle kırılmıştı ki sonsuza dek bakire kalacağıma yemin etmiştim. Sonuçta bütün erkekler aynıydı. Neden birinin sahibimmiş gibi davranmasına müsaade edecektim ki?
"O kaybetti. Senin gibi güzel bir kızı asla bulamamıştır eminim." Arkadaşım bile güzelliğimle ilgili konuşunca acı bir şekilde gülümsedim.
"Sen bile aynı sebepten kaybettiğini söylüyorsun."

Eliyle garsona işaret ettiğinde birkaç dakika sonra önüme yeşil bir sıvı olan bardak konuldu. İtiraz etmek için ağzımı açacağım sırada neul garsonu gönderip elimi tuttu.
"Bu gece sen de kafanı dağıt. Onu hatırladığında tam bir erkek düşmanı olduğundan hiç çekilmiyorsun. Minho'yu aradım. Merak etme. Bizi o eve götürecek." İçkiyle çok aram olmadığını bildiğinden sarhoş olacağım için arkadaşımızı araması beni rahatlattı. Birkaç bardaktan en fazla ne olabilir ki diye düşünerek aynı onun gibi ilk bardağımı kafama diktim. Sıvı boğazımı yakarak ilerlerken yüzümü buruşturmuştum. Sevmiyordum şu şeyi işte.

Bir Gece|Kim NamjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin