| Sia - unstoppable |
Sabit bir şekilde durmuş cismin etrafında durmadan dönen böcekler gibiydim.
Evet, kendimi bir böceğe benzetecek kadar delirmiş hissediyordum. Ve gerçekten, tam olarak o böcekler gibiydim.
Ne uğruna, ne için döndüğümü bilmiyor, merakımın beni sürüklediği sonu görünmez bir yolda sadece dönmeye devam ediyordum. Her daim adımlarım başa dönüyormuş gibi hissediyor, gittiğim her yeri aynı görmekten kendimi alıkoyamıyordum.
Boşuna çabaladığımı hissediyordum.
Yine de buna devam etmeyi bırakmıyordum.
Elbette, eninde sonunda bir cevaba ulaşacağımın farkındaydım ve istediğim cevaplara yakın olduğumun da öyle. Yine de ulaşamadığım, tam olarak sonuçları göremediğim her saniye daha da deliriyordum. Merak denen o zehirli duygu, hırstan da beterdi, gözlerimi karartmıştı. Öyle ki ulaşamayacağımı fark ettiğim an güçlerimi sonuna kadar kullanacağımdan da, kendi sınırlarımı yok edeceğimden de emindim.
İstemiyordum. Bu kara merakın bende yarattığı etki yüzünden sınırlarımın dışına çıkmayı, bir kere daha istemediğim olaylar yaşamayı istemiyordum. Bu kez kaldırabileceğimden büyük şeyleri sırtlanmak, tek başıma bir şeylere göğüs germek istemiyordum. Yok etmek istemiyordum, sadece öğrenmek için çıktığım bu yolda yok olmak istemediğim gibi.
Buna rağmen, merakın sebep olduğu o katran karası his bedenimi terk etmiyordu. Benimle birlikte varolmuş gibi hayatımın her anına burnunu sokuyor, en istemediğim zamanlarda en istemediğim şeyler yapmama neden oluyordu. Olduğum durumu sadece böyle açıklayabilirdim işte. İstemediği şeyleri isteyerek yapan birisi haline gelmiştim. Korkunç bir çelişkiydi.
Beni günden güne delirten bir duygunun pençeleri arasında sıkışıp kalmış, kendi sebep olduğum manzaraya boş gözlerle bakıyordum. Bu evde çoktan sahiplendiğim odamda durmuş, ayakta dikilerek yarattığım panoya bakıyor ve sadece bakıyordum. Aklımdan geçenler panodaki resimleri birleştiren kırmızı iplerin nedenleri değil de başka şeylerdi.
Ne olacağını düşünüyordum. Koştuğum bu merak duygusunun nelere sebep olabileceğini, neler yapabileceğimi, öğrendiklerim hoşuma gitmezse nasıl geri çekileceğimi ve en önemlisi de, bunları öğrendikten sonra yükünü nasıl taşıyabileceğimi. Hepsini, her birini devamlı olarak aklımdan geçiriyor, geri dönmem gerekip gerekmediğini hesaplıyordum. Fakat hayır, ulaştığım tek sonuç bu merakı gidermeden benim doğru düzgün bir nefes alamayacağımdı.
Devam etmem gerekiyordu.
Kırmızıyla süslediğim panonun ipleri tamamen birbirine dolaşıp hiç beklemediğim kişileri olayın orta yerine atsa bile devam etmem gerekiyordu.
Bunu yapmak zorundaydım, çünkü böyle istiyordum. Ve aslında bunu istemediğim düşüncesini sadece göreceklerimden korktuğum için üretiyordum.
Panonun orta yerine eklenen isimler beni korkuttuğu, onlarla alakası olmayan geçmiş isimleri karşıma çıkardığı ve aklımı bulandırdığı içindi bu çelişki. Çıkmaz sokakta düz duvara tırmanarak arkasından gelenlerden kaçmaya çalışan bir çocuk gibiydim. Durmadan tırmanmaya çalışıyor, fakat bir yerde elim ya da ayağım kayarak başa dönüyordum.
Arkamdaki kişiler her adımlarında bana yaklaşıyorlardı ve ben, yerimde sayıyordum.
Korku muydu bu kemiklerimi sızlatan his, yoksa öfkenin acı tadı mıydı henüz keşfedememiştim. Göreceklerim, öğreneceklerim beni korkutacak mıydı, yoksa öfkeyle hareket etmeme mi neden olacaktı kavrayamamıştım. Belki de hiçbir tepki vermezdim, ama diyorum ya, henüz ne olacağını ben de bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The X || taekook
Fantasy"Gözlerini kör etmesine izin verme, Jungkook. Bu dünyada güç daima taraf değiştirir, bunu unutma. Eğer bana katılırsan," diyerek elini nazik bir tutumla bana doğru uzattı. Gözlerim gözlerinden uzaklaştı; kemikli eline, uzun parmaklarına ve elinin üz...