| Stegosaurus rex - nowhere to run |
Hayat insanı türlü türlü şeylerle karşılaştırabiliyordu. Kimi zaman sonu gelmez kötülükler, kimi zaman küçücük iyilikler çıkıyordu yolumuza. İşler yolunda gitmiyor, her şey rayından çıkıyor, kontrol ellerimizden kayıyor ve her şey üst üste geliyordu. Tam her şey bitti, artık düzelecek tek bir yanımız dahi kalmadı derken yeniden güneş doğuyor ve tren kendi raylarına, kontrolse ellerimizin arasına geri dönüyordu. Şafak gecenin en karanlık anından sonra kendini belli ediyordu.
Bazense hayatınız sizi olmadığınız birilerine dönüşmeye, ya da hayatınızda büyük fedakarlıklar yapmaya, büyük kayıplar vermeye veya tamamen kaybolmuşluğa sürükleyebiliyordu. Kimliğinizi kaybettiğiniz an tutunacağınız dal sayısı sıfıra kadar inebiliyordu.
Hayatım boyunca anlattığım dibe batmayı sayısız kez yaşamıştım. Sayısız kez düşmüş, kanamış, kontrolü kaybetmiş, boşluğa sürüklenmiştim. Fakat hiçbir zaman olmadığım birisinin rolüne bürünmemiştim. Hayat bana karşı bu kadar ağır davranmamıştı, ya da sadece ben atlatabilmiştim.
Fakat karşımdaki adamın gözlerinde gördüğüm bunun tam aksiydi. O atlatamamıştı. O, treni raylarına geri oturtamamış, kontrolü ellerine alamamış, boşluktan kurtulamamıştı. Doğrudan gözlerime bakan kararmış gözleri her şeyi açık açık bana anlatıyordu: O olmadığı birine dönüşmüştü. Sayısız kez kaybetmiş, sayısız kez düşmüş, sayısız kez ayağa kalkmış, sayısız kez direnmişti. Buna rağmen şu an olduğu kişiye dönüşmekten kurtulamamıştı.
Kim Taehyung benliğinden uzaklaşmasının karşısını alamamıştı.
Ve inanın bana, bunlar sadece buzdağının görünen kısmı, onun gözlerinden okuyabildiklerimdi. Geri kalan kısımda neler yaşadığını ve buna sebep olan şeyin ne olduğunu bilmiyordum.
Öğrenemiyordum da. Zira sorumun ardından herkesin yüzünde vahşi bir ifade alevlenmiş, ben onların ateş püskürmesini beklerken sessiz kalmışlardı. Sadece o, sadece Kim Taehyung sessiz kalmayıp gözlerine tüm her şeyi yansıtmıştı. Görmemi istemişti, ona yapılanları görmemi ve sorumun cevabını talep etmememi istemişti. Kim Taehyung benden üçüncü kez susmamı talep etmişti. Ancak bu kez geri çekilmek gibi bir niyetim yoktu. Öğrenmek, bilmek, içimdeki sonu gelmez merakın küçücük bir parçasını dahi olsa yatıştırmak istiyordum.
Bu yüzden o ne kadar kararlıysa ben de o kadar kararlı duruyordum. Hepsini görebileceğim bir açıda oturmuş, tek tek yüzlerine bakıyordum. Aralarına katılmayı kabul etmemin üstüne hiçbirisi böyle bir soruyu beklemediğinden olsa gerek sessizlik uzadıkça uzuyordu. Liderliği fazlasıyla yakıştırdığım Kim Namjoon bile sesini çıkarmıyordu.
Birisini bekliyor gibiydiler. Sanki biraz daha sessiz kalırlarsa başka birisi gelip sorumun cevabını bana verecekti. Fakat hepimiz biliyorduk ki böyle bir şey olmayacaktı. Uzatmaları hepimizin zamanından çalıyordu.
Derin bir nefes alarak oturuşumu düzelttim ve yanımdan kalkıp kendini diğer koltuğa atan Yoongiye baktım. Yüzündeki donuk ifadeyle karşılaştığımda iç çekerek bakışlarımın odağını değiştirmeyi seçtim. Sırayla gözlerim hepsinde gezindi. Hepsinin yüzünde aynı ifade hakimdi. Dümdüz bakışları yere odaklı, suratlarında oynayan tek bir mimik dahi yok. Nefes alıp vermeseler yanlışlıkla zamanı dondurduğumu dahi düşünebilecek haldeydim.
"Ne demek istiyorsun?" diye bir soru yöneltti Seokjin. Oturduğum koltukta öne doğru eğilerek dirseklerimi dizlerime yasladım. Gözlerim doğrudan gözlerine odaklanırken sorumu anladığından emindim, yine de daha açık bir hale getirmeye üşenmedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The X || taekook
Fantasy"Gözlerini kör etmesine izin verme, Jungkook. Bu dünyada güç daima taraf değiştirir, bunu unutma. Eğer bana katılırsan," diyerek elini nazik bir tutumla bana doğru uzattı. Gözlerim gözlerinden uzaklaştı; kemikli eline, uzun parmaklarına ve elinin üz...