33. "Call that ruins everything"

830 124 86
                                    

| The Score - Revolution |





İnsanı sadece o kişiyle yol arkadaşı olduğunda gerçekten tanıyabileceğini söylerdi büyükler.

Haklılık paylarının ne kadar olduğu konusunda rakamları sunamazdım, fakat ben, bu sözlerine inanıyordum. Yol arkadaşlığı bir insana tamamen sırtını yaslamalı kaldığın bir zaman dilimiydi, o zamandaki davranış biçimi ve hareketleri gösterirdi o kişinin senin için uygun olup olmadığını.

Minwoo benim için uygun bir yol arkadaşıydı.

Yola onunla başlamıştım, onunla devam ediyordum. Başından beri bir yanım onu bu olaylara dahil etmemem gerektiğini fısıldasa bile gecikmiştim, bir kere dahil etmiştim ve biz, yol arkadaşı olmuştuk. Minwoo iyi bir yol arkadaşıydı. Zeki, tutarlı, dürüst ve gerçekten sırtımı yaslayabildiğim birisiydi. Bana çok yardımı dokunmuştu, o ve yardımı olmasaydı şimdi bildiklerimin çoğundan habersiz şekilde yürüyor olacaktım. Fakat o, buna izin vermedi. Küçük teklifimi kabul ederek bana yardımcı oldu, ağır kapıları birlikte araladık.

Minwoo, gerçekten, çok iyi bir yol arkadaşıydı.

Bense öyle değilim. Yol arkadaşım kollarımın arasından alınıp götürülürken, sadece izleyebilecek kadar kötü bir arkadaştım. Arkasını kollamak için yeterince efor sarf etmemiş olan, yetersiz gelen o arkadaştım. Ben, iyi bir yol arkadaşı değilim.

Aksi olsaydı eğer, şu an Minwoo'nun bomboş zihniyle bakışıyor olmazdım çünkü. Onun bir düşüncesize dönüştüğünü kendi gözlerimle görmek zorunda kalmazdım. İyi bir yol arkadaşı olsaydım, koluma girmiş beni destekleyen Taehyung'a ihtiyaç duymadan buraya gelerek Minwoo'yu görebilirdim. Fakat diyorum ya, değildim. Ben, hiç iyi bir yol arkadaşı değildim.

"Gitmek ister misin?" Diye sordu Taehyung, geldiğimizden beri ilk kez dudaklarını aralayarak. Ona minnettardım, benimle birlikte sürükleniyor ve acımı yadırgamıyordu. Benim isteklerimi ve duygularımı kendininkinden önde tutuyordu. Taehyung çok güzel adamdı.

"Hayır," dedim sesim çatlarken. Kenarda durmuş Minwoo'nun arkadaşlarıyla nasıl eğlendiğini, bomboş zihnine rağmen nasıl dolu dolu gülümsediğini izliyordum. Gözlerim dolu doluydu, kalbimde inanılmaz bir sızı vardı ve onu kaybedişimin üstünden geçen dördüncü günde bile toparlanamıyordum. Beceriksizliğim ve başarısızlığım çok koyuyordu bana. Söz verdiğim ve yapmam gereken tek şeyin o sözü tutmak olduğu aklıma geldikçe delirecek gibi oluyordum.

"Taehyung," dedim gözlerimi Minwoo'dan almadan. Dinlediğini belirtecek mırıltılar çıkardı. "Ne zaman başlayacağız?"

"İki gün içinde, Jungkook. Biraz daha sabırlı ol, ortalık yatışsın, harekete geçeceğiz."

"Sabırlı olamıyorum." Dedim gerçekleri esirgemeden. Güldü. Nasıl bir gülüş olduğunu biliyordum; aynı hissediyordu o da. Yıllar boyunca sabretmişti çünkü, fakat şimdi çok ağır hissediyordu.

"Hislerimi törpülemeyi bırak, acıyı hissetmek istiyorum." dedim gözlerimi yol arkadaşımdan çekmeden. Taehyung derin bir nefes verdi, fakat dediğime uydu. Hissettiklerimi tüm çıplaklığıyla algılamaya başladığımda dolu gözlerimden akan yaşı tutamadım, iç çekerek yüzümü Taehyung'un koluna bastırdım, dişlerim dudaklarıma geçti, nefesimi tuttum.

Elini saçlarımın arasına geçirdi, ona sığınmama izin verdi, beni kabul etti. Dudaklarını saçlarımın üstünde hissettiğimde dudaklarımın titremesini tutamadım. İçimde hüzünle eşzamanlı olarak yükselen bir ateş topu vardı, gitgide büyüyor ve yakıcı bir hale geliyordu. Bense ilk kez bu vahşi hisleri durduramıyordum. Şimdiye kadar çok insanı kaybetmiştim, fakat birini daha kaybedecek gücüm yoktu, bu yüzden bir şeyleri bastırmak istemiyordum. Minwoo'yu kurtarmam gerekiyordu ve bunu ne olursa olsun yapacaktım. 

The X || taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin