Etrafı pür dikkat izlemeye devam ettim. Aramızda okuldan beri hiçbir diyalog geçmemişti. Şehirden gittikçe uzaklaşıyorduk. Ve hava kararmaya başlamıştı. Binalar seyrekleşmeye başladığında sık ormanları görmüştüm. Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu. Göz ucuyla Young Bae’ye baktığımda umursamaz bir tavırla dışarıyı seyrediyordu. Sanki ben orada değildim. Sinir bozucu sessizlik daha ne kadar devam edecekti. Araba patika yola saptığında içimde bir korku oluştu. Burada insana dair hiçbir iz yoktu. Çantamdan cep telefonunu çıkarıp baktığımda istemsiz bir şekilde yüzümü buruşturdum. Tabi ki bu yerde telefon çekmesi mucize olurdu. Aklımda çeşitli teoriler üretirken arabanın yavaşladığını gördüm. Araba tamamen durduğunda Young Bae açılan kapıdan indi ve bana elini uzattı. Yüzüne sert bir şekilde bakarken uzatılan eli geri çevirmedim. Ellerim sıcacık elleriyle buluşunca kalbim patlayacak gibiydi. Yere ayaklarım değdiğinde elini bıraktım uzun süre oturmaktan dolayı dengemi zor sağlamıştım. Etrafa baktım. Ağaçlıktan başka bir şey gözükmüyordu. İyice kulak kabarttığımda yakın mesafeden gelen su sesi dikkatimi çekmişti. Kafamı sese doğru çevirdiğimde Young Bae’nin o tarafa doğru gittiğini gördüm. Adımlarımı hızlandırdım ve yetişmeye çalıştım ama aramızda ki mesafeyi kapatmak zordu. Bende bu sessiz oyunu bozmadan sakin bir şekilde onu uzaktan izlemeye devam ettim.
Su sesine yaklaştıkça bir ışık ortaya çıkmıştı. Merakım beni kamçılıyordu. Adımlarımı hızlandırdım ve Young Bae’nin önüne geçtim. Galiba ben geçeyim diye yavaşlamıştı. Yaklaştıkça ışık daha da büyüyordu.
Önüme çıkan ırmak gözlerimi hayretle açmama neden olmuştu. Irmağın kenarına karşılıklı olarak yerleştirilen çok sayıda meşale akşamın karanlığında ırmağı ışıl ışıl bir görüntüye kavuşturmuştu. Tek ışık kaynağının bu olmadığını kafamı kaldırdığımda anlamıştım. Ağaç dallarından aşağıya sarkan rengârenk yıldız şeklinde ampuller ortama nahoş bir hava katmıştı. Arkamı döndüğümde Young Bae ile burun buruna gelmiştim. Bunca dakikadır bu kadar yakınımda beni mi izliyordu? Bir adım gerileyecekken birden belimden tuttu ve:
-Korkma, sana yakın olmak iyi hissettiriyor. Dedi.
Gözlerine şaşkınlıkla bakarken beni sırtım ona gelecek şekildi döndürdü ve bana yol gösterircesine omuzlarımdan tutarak yürütmeye başladı. Daha ne oluyor diyemeden karşımda daha önce görmediğim bir masa görmüştüm. Masa bu dünyadan değil gibiydi. Etrafında serili olan beyaz çiçekler ve ahşap dokusu çok doğal duruyordu. Sanki yıllardır bu ormanda yaşamış gibiydi. Masaya yaklaştıkça üzerinde çeşitli yemekler hazır olduğunu gördüm. Bu Young Bae’nin neyi vardı? Omuzlarımı bıraktıktan sonra oturacak olduğum sandalyeye yöneldi ve nazikçe oturmam için çekti. Bu ortamda hırçınlaşmak olmazdı. Tam karşıma oturduğunda:
-Yemeğini yemelisin bana bakmayı kesip. Daha sonra sana bir şey demeliyim. Dedi.
Bu halde nasıl yemek yememi bekleyebilirdi. Midem stresten kramplarla doluydu. Bir iki çatal aldıktan sonra önümde ki kırmızı şaraptan bir yudum alıp ellerimi masada birleştirdim. Young Bae hiçbir şey yokmuş gibi yemeğini yedi. Uzunca bir süre yemek yemesinin bitmesini bekledim. Sonunda bitince içimden kocaman bir oh çektim.
Yemek masasından kalkıp benim elimden tuttu ve ışıklarla dolu olan ağacın altına getirdi. Söze başlaması için daha ne kadar oyalanabilirdi. Sonunda konuşmaya başlamıştı:
-Min Shi, beni sevmene ihtiyacım var.
Bunu bekliyordum ama duymak garip hissettirmişti. Gerçek dünyadan uzaklaşmamalıydım. Bizim birlikte olma gibi bir lüksümüz yoktu, olamazdı. Elimi elinden çektiğimde yüreğimden bir parçayı onda bırakmış gibiydim. Gözlerim doldu ama konuşmalıydım:
-Benimde çok şeye ihtiyacım var, iyi bir nota, gerçek bir arkadaşa en önemlisi beni seven bir sana ama…
Sözümü tamamlamam için dudaklarını dudaklarıma kapattı. Bu benim gerçek dünyayla olan tüm bağlantımı kesmişti. Öpmeyi bıraktığında sessizce bıraktığım elimi tekrar tuttu ama söylemeliydim.
-Ama bizi anlamayacaklar… Dedim.
İmkânsız olanı dile getirmek hep bir tarafa düşerdi, gerçeği gören tarafa, acıyı en çok çeken tarafa. Young Bae tüm cesaretini toplayıp:
-Ellerimi bırakmazsan dünyamı değiştirebiliriz. Dedi.
Dünya değişmezdi biliyordum. Kafamı öne eğdiğimde umutsuzluğum ikimizide sarmıştı. Son kez son noktayı koymaya kararlı bir şekilde:
-Sen benim çıkmaz sokağımsın. Bir yerden sonra çıkış için çırpınacak gücümüz kalmayacak. Başlamadan bitmeli. Bu güzel gece sonsuza dek unutulmalı. Dedim.
Geldiğim yola doğru yöneldiğimde uzun süre ağacın altında durduğunu hissedebiliyordum. Arabayı zar zor olsa da buldum ve şoförün kapıyı açmasıyla sıcak arabanın içine geçtim ve imkânsızımı beklemeye başladım.
Arabaya sessizce geldiğinde tam karşımda ki koltuğa yerleşti. Gelirken yüzüme bakmayan adam dönerken cevap bulmak için yüzümü inceliyordu. Son kez görecekmiş gibi yüzüne bakmaya başladım. Gözlerimiz birbirine kenetlenmişken ben kendimi elvedalara hazırlıyordum.
Uzun bir süre sonra araba evimin önünde durdu. Sessizce bakışımı açılan kapıya kaydırdım ve usulca indim.
İndikten sonra hızla uzaklaşan araba sesini duydum. Beklememişti. Çok kırılmış olmalıydı. Apartmanın kapısını açtığımda gözyaşlarım yanağımı ıslatmaya başlamıştı.
Pencerenin önünden ayrıldığımda dağınık evim gözüme çarpmıştı. Kafamı toplamak için evi temizlemeye karar verdim. Saat daha gecenin on ikisiydi. Pekâlâ, ses çıkarmadan toplayabilirdim. Salondaki tabakları ve çöpleri aynı anda kucağıma aldım. Zar zor görebildiğim önümü seçmeye çalışırken ayağım birden burkuldu.
En son duyduğum elimden düşen tabakların sesi ve beynimde hissettiğim acıydı. Zar zor oynatabildiğim elimle cebimde ki telefona uzandım. En son aranan numaraya dokundum. Telefonu tutacak gücü kendimde bulamıyordum. Kulağıma yakın bir yere bıraktım ve uzun bir çalıştan sonra açılan telefona:
-Yardım… ed….i…n…!
Gözlerim karanlığa doğru kayarken bayılmak üzere olduğumun farkındaydım.