Yorumlarınızı eksik etmeyin, lütfen.
Keyifli okumalar. ♥
Üstelik neyi bıçaklarsan içinde, bir süre sonra kendinden çıkardığı o bıçakla karşında dikiliyor.
''Bu kadar iyi motor sürmeyi nereden öğrendin?''
Şaşkınlıkla sorduğu soruya karşı dudaklarımdan ruhsuz bir gülüş kaçtığında ''Eski sevgililerimden birinden.'' diye yanıtladım onu. ''Lise zamanları insana farklı alışkanlıklar kazandırabiliyor.''
''Oh, hayır!'' dedi abartılı bir tepki vererek, ayağımla küçük taşı ileriye doğru ittim. ''Kötü kız seni.''
Gülmekle ciddi kalmak arasında giderken dudaklarım gerilmeyi bırakarak duruşunu bozdu ve garip bir ses çıkardım, bu kesinlikle bir gülüş değildi ama bu hareket bile Tae'yi güldürmeye yetmişti.
İçimdeki sıkıntıyı dışarı çıkarmak ister gibi büyük bir nefes verdiğimde Tae'nin elleri belimin iki yanından geçti ve karnımın üzerinde birleşerek bana arkadan sarıldı, çenesini de sağ omzuma yaslamadan hemen önce sol yanağını sağ yanağıma sürttü.
Bu hareketini sahibinden ilgi isteyen kedilere benzettim.
''Aklın hala karanfillerdeyse özür dilerim.'' dedi domino taşları gibi birbirlerinin üzerine devrilen dakikalar sonra. ''Onları sevmediğini düşünemedim.''
Gözlerimi karşımızdaki manzaraya karşı kapattım ve ''Hayır.'' diye sızlandım, bir yandan da kafamı iki kere onun kafasına acıtmayacak bir şekilde vurdum.
Mutfaktaki beklenmeyen tepkimden sonra Taehyung yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu hissetmiş olacak ki ben daha itiraz edemeden karanfilleri aldığı gibi çöp kovasına atmıştı ve ardından hiçbir şey olmamış gibi gülümsemişti.
''Sorun değil.'' diye fısıldadı nefesi boynumu yalarken, gözlerimi aralayarak ayaklarımızın altında kalan ışıklardan oluşan şehrin görüntüsüne baktım. ''Bana sevdiğin çiçeklerin bir listesini hazırla ki ben de bilinçli bir sevgili olayım.''
''Onları atmana gerek yoktu.''
''Jennie,'' diye lafımın arasına girdi. ''Gerçekten sorun değil, zaten çok solmuş görünüyorlardı.''
Görmeyeceğine güvenerek dudaklarımı birbirine bastırdım ve göğsümün havaya kalkmasını sağlayacak kadar derin bir nefesi içime çektim.
Bir saattir sebebini çözemediğim bir ağırlık göğsümün ortasına çöreklenmişti ve bir sülük insanın kanını nasıl emiyorsa, o da tıpkı onun gibi ruhumu emiyordu.
Sanki iki basamaklı bir sayının devinip durduğu zamanın içinde değil de artık bilmediğim sayıların alemindeydik.
Kollarını belimden çözmesini sağlayan telefonun zil sesini duyduğumuzda Tae çenesini de omzumdan çekmişti, bir an kafasını alıp tekrar eski yerine koymayı düşünsem de kendi düşüncemin saçmalığına gözlerimi devirdim.
''Efendim?''
Sesindeki tını avına sinsice yaklaşan bir aslanın sakinliğiyle eş değer durgunluktaydı ve birazdan avına saldıracak olan o aslanın dişlerinin eti parçalarken çıkardığı o sesi duyacak olacağımı hissetmiştim.
''Ne haberleri?''
Kaşlarımı çatmamı sağlayan şey ses tonundan çok sorusunda kullandığı kelimeydi; dolaylı yoldan öznesi olduğumu hissettiğim bu sorunun cevabının ne olduğunu zaten biliyordum, Tae de biliyordu ama doğrulardan kaçan bir yalancı gibi yalnızca sayıları ileriye itmeye çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
two sides of the mind
Teen FictionParmaklarımda oynattığım kuklanın ipleri parmaklarıma ilmek ilmek dolanıyorken zihnimin kuklası yaptığı ruhuma da ipler dolanıyordu, kördüğüm oluyordu. İpleri kestim, ruhumun katili oldum. İpleri kestim, küçük kızın gölgesi ruhumun oluşturdu...